24 Kasım 2011 Perşembe

((slayt izle)) 24 Kasım Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun // Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ



 Ibrahim Ortas asportas@cu.edu.tr
 24 Kasım 2011 20:26






 
24 Kasım Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi iortas@cu.edu.tr
Doğrudan öğretmen olmasak da eğitim ve öğretim işi yapan akademik kadrolarında “24 Kasım Öğretmenler Günü Eğitimciler” için hayırlı olsun.
İçinde bulunduğumuz üniversite ve araştırma kurumlarının çalışma koşulları sanırım hiç bu kadar doğasından uzak olmamıştı. Bilimden, araştırmadan ve felsefi tartışma ortamından uzak, iktidar ilişkilerine kilitlenmiş güç ile birlikte hareket eden bir durumda hiç olunmamıştı üniversite ortamları. Üniversitelerin bilim yapmak için yeterli kaynak bulamadığı, üniversitenin fidanlıkları olan (taze kan) araştırma görevlilerinin sağlanamadığı ortamda bilim yapmak da artık sınırlanmış durumdadır. Son 30 yılda üniversite üst yönetimlerinin belirlenmesinin siyasete bu denli endekslendiği bir durum hiç yaşanmamıştı üniversiteler tarihinde. Bilemiyorum yarın üniversiteler tarihi yazıldığında bugünler için ne diyeceğiz. Son 30 yılda herhangi bir kademede görev yapmış sorumlular ne diyecekler. Toplumsal suç ortaklığı içinde hepimiz bundan sorumluyuz diye düşünüyorum.
Geleceğin yetişkin bireylerini yetiştirmek için görevlendirilen veya bu konuda çaba sarf ederek sorumluluk alan bizlerin arzuladığı ortamın çok da üniversite ortamına denk düşmediği aşikârdır. Öğrenme ve öğretme aşkının körelmeye yüz tuttuğu, bilim insanlarının yoksulluk sınırında ücret aldığı, ikinci öğretim ve ek ders gibi bilim insanlarının onurunu rencide eden durumların yaşandığı ortamda bilim coşkusunun olması çok beklenilmemektedir.
Aynı şekilde Milli Eğitime bağlı okullarda da yaşanan maddi sorunlar kadar uygun olmayan çalışma koşulları yetersiz öğretmen ve alt yapı nedeniyle eğitim arzulanan ölçüde yapılamamaktadır. Atanmayan binlerce öğretmen bir o kadar da öğretmen ihtiyacı tezatlığı eğitimin niteliğini düşürmektedir. Sınava endeksli ezberci eğitim yapısı ve dershane sektörü eğitimin içini boşaltmış durumdadır. Durumu iyi olan vatandaş çocuğunun geleceği olan üniversite eğitimi için kamu okullarından umudunu kesmiş ve sorumluluğu üstlenerek özel okullara ve dershanelere yönelmektedir. Bu şekilde üniversiteye gelen öğrenciler ne yazık ki üniversiteyi okuyacak kadar temel bilgiden yoksun bulunmaktadırlar. Sonuç olarak Türkiye eğitim konusunda ne yazık ki arzulanan yerde değil ve eğitimin bilimin sorunları günden güne artmaktadır.
Öneri olarak:
Ülkenin bir bilim politikası belirlenmeli ona uygun yeni bir Üniversiteler yasası üniversitelerin görüşleri doğrultusunda çıkarılmalı. Üniversite özerkliği mutlaka tam olarak sağlanmalı. Üniversitelerin kendi öğrencisini, personelini alabilme, maaşlarını düzenleye bilme yetkisine sahip olması sağlanmalıdır.
Üniversitelerde başarı liyakate dayalı olarak şekillenmeli. Üniversitelerde özeklik ile birlikte hesap verebilirlik mekanizması geliştirilmelidir.
Milli Gelirden (GSMH) kamu eğitimine ayrılan pay % 3’ten en az %5’e, kamu üniversitelerine ayrılan pay ise %1’den en az %2 düzeyine çıkarılmalıdır. Buna bağlı olarak; üniversitelerin ve Milli Eğitime bağlı okulların temel gereksinimlerini karşılamak için üniversite, bilim kuruluşlarına ve okullara genel bütçeden yeterli ödenek ayrılmalı. Üniversitelerin ekonomik özerkliği olmalı. Öğretim üyelerine mesleki durum ve ölçülebilir kriterler üzerinden maaş verilmelidir. Bugünkü performans, döner sermaye gibi temelden üniversitelilik bilincini tüketen uygulamalara son verilmeli. Bilim insanlarının geçim kaygısından uzak asıl işlevi olan araştırma ve eğitim faaliyetlerini iç huzur içinde yapabilecekleri bir ortam yaratılmalıdır. Üniversitelerin bütçeleri gereksinimleri kadar bilimsel başarılarına endekslenmeli ve hesap sorulabilirlik mekanizması sağlanmalıdır.
Bilim insanı, eğitimciler, üniversite çalışanları gelişmiş ülkelerdeki meslektaşları kadar gelir maaş almalı. Tüm eğitim ve bilim çalışanlarının taban maaşları, bütün vergilerden muaf tutulmalıdır.
Öğretmenlerimize meleklerine ve yaptıkları ulvi göreve uygun maaş verilmeli.
Eğitim ve bilim kurumlarında iş güvencesiz personel istihdamına son verilmeli, kadrolu istihdam politikası benimsenmelidir. Başarılı öğretim üyesi, personel ve öğrenci liyakat ölçüsünde ödüllendirilmelidir.
Mustafa KEMAL ATATÜRK öğretmeninin ve eğitimin önemini şöyle açıklıyor. “Milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğ retmenlerdir. Öğ retmenden, e ğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadı nı keşfetmemiştir”.
Yeniden öğretmenler gününüzü kutlar, sevgi ve saygılarımı sunarım.
24 Kasım 2011, Perşembe, Adana
Not: Sayın hocam, birçoğunuzun E-Posta adresi bir şekilde makinemdeki adres defterime yerleşmiştir. Amacım kimsenin zamanını almak ve rahatsız etmek değildir. Hepimizin ortak sorununu bir şekilde dile getirmektir. E-posta bu bakımdan düşüncelerimizi kolay paylaşabildiğimiz bir ortam. Ancak peşinen eğer istenmeden e-posta aldıysanız özür dilerim. Eğer geri bildirimde bulunursanız listeden adresinizi hemen çıkarırım.
Not: Daha önce yazdığım “24 Kasım Öğretmenler Günü Nedeniyle yazığım aşağıdaki yazıyı bilginize yeniden sunuyorum.
ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ, EĞİTİM SİSTEMİMİZ VE FUTBOL TERÖRÜ
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi asportas@cu.edu.tr
“Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” Mustafa Kemal Atatürk
NE ÖĞRETMEK GEREKİR
Öğretmen kelimesinin karşılığı: Okulda öğrencilere ders veren, öğreten kimse. Yani öğretim işi yapan kişi. Öğretim ise, belirli bir erek için gereken bilgileri verme işidir. Aynı zamanda öğrenme işi yaparak belirli konularda öğrencilere bilgi vermektir. Peki, bilgi nedir, nasıl edinilir, edinilen bilgi nasıl daha yaşamı hiç bilmeyen, kavramaları gelişmemiş, yaşama ve olaylara bakış çapı evi ve ailesinin bulunduğu ortamın dışına çıkmamış miniklere nasıl aktarılacak. İşte bu dünyanın en zor işi olsa gerek. Biz yetişkinler birbirimize bütün gün bir şeyler anlatmak için çabalıyoruz buna rağmen birbirimizi anlamadığımızı ve anlaşılamadığımız veya anlatamadığımız söyleyip dururuz. Ancak öğrenmeye yeni alıştırılan bu çocuklara nasıl anlatacağız. Bence bu daha zor.
Demek ki öğretmek için önce öğrenmek gerekir. Ana neyi?
Yaşam için ne gerekliyse onu.
Yaşam için gerekli temel bilgi nedir ve nerden hangi araçlar kullanılarak edinilecek? Temel kavramları görerek tanımak, bilmek, dünyayı coğrafi olarak tanımak, dünyadaki varlıkları bilmek, dünyanın geçirdiği evreleri ve günümüzdeki durumu kavratmak. İnsanı biyolojik, sosyal ve psikolojik olarak tanımak. İnsanın iki ayağının üzerine dikilip insan olması ile başlayan günümüze kadar edindiği bilgi birikimi ve tecrübesini kavramak ve anlayarak bundan ders çıkararak geleceği kurgulamak, hayata dair sorular sorup, cevap bulmak için araştırmalar yapmak, çıkan sonuçları doğru değerlendirip bunda insana yararlı ürünler elde etmek gibi. Bütün bu bilgi edinme ve aktarma işi birileri tarafından önce öğrenilip sonra öğretilmesi eylemini içermesi yönünden öğretene büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Gerçi bu bilgilenme zinciri yaşama gözümüzü açtığımız günden başlayarak yaşama gözlerimizi kapadığımız ana kadar sürekli bir öğrenme ile devam ediyor ancak yine de sınıf öğretmenine ve kişilerin yaşamdan etkilendiği hayat öğretmenlerine gereksinim duymaktadır.
NEDİR ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜN ÖNEMİ
Atatürk’ün en önemli devrimlerinden olan Latin alfabesine geçişi 8 Ağustos 1928 tarihinde Sarayburnu’nda halka yaptığı konuşmada halkın %80’inin eğitimsiz olduğunu ve bu durumun utanılacak bir durum olduğunu belirterek yeni Türk harfleri kadın erkek herkese çabucak öğretilmesini istemiştir. Atatürk'ün “ öğretmenler “yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” ifadesi ile öğretmenin sorumluklarının ne denli önemli olduğunu ifade etmektedir.
Atatürk’ün “benim asıl anlatılacak yanım öğretmenliğimdir” ifadesi ve 24 Kasım 1928 tarihinde Millet Mektepleri talimatnamesi ile ülkede Millet Mektepleri açıldı ve bunun üzerine Atatürk Millet Mektepleri Başöğretmen sıfatına kavuştu. 1981 tarihinden sonra ancak 24 Kasımı tarih “öğretmenlere kutlama günü” olarak kutlanmaya başlamıştır.
ÖĞRETMENLER YAŞAM KOŞULLARINDAN MEMNUN MU?
Ancak bugün bu öğretiyi yapan öğretmenlerin, öğretim üyelerinin içinde bulundukları sosyal ve ekonomik yaşam koşulları sağlıklı bir öğretim yapmaya uygun olmadığı yönünde. Bütün dünyada öğretmenler daha rahat ettirilirken ülkemizde sefilleri oynamaktadır. Eğitim-Sen ve Türk Eğitim-Sen’in yaptıkları araştırma ve anket çalışmalarına göre öğretmenlerin %87’si aldığı maaşla geçinemiyor. Öğretmenlerin bugün maaşı en fazla 800 milyon TL Batılı bir öğretmen ülkemizdeki bir öğretmenden 5–10 kat daha fazla maaş almaktadır. Eğitim-Sen ve Türk Eğitim-Sen araştırmalarına göre Almanya’da bir öğretmen 57 bin dolar maaş alırken ülkemizde 5.700 dolar almaktadır. Bir çok öğretmen geçinmek için ikinci bir iş yapmaktadır. Öğretmenlerin %60’dan fazlası günlük bir gazete alamayan, kitap okuma oranının son derece düşük olduğu bilenmektedir. Peki, bir gazete almayan, kitap okuyamayan öğretmen nasıl kendisini geliştirecek ve nasıl öğrencileri yetiştirecektir.
Öğretmenlerin ekonomik sorunları yanında sosyal ve mesleki sorunları da bu bütünlük içinde değerlendirilmelidir. Öğretmenlerin çoğu mezuniyet sonrası ciddi meslek içi eğitimden geçememiş, dünyadaki yenilikleri takip etmedikleri bilinen gerçeklerdir. Mesleki örgütlenme, yayın, sosyal aktivite yönünden istenilen batılı ölçütlerin dışında bir yaşam sürdürmektedirler. Neredeyse öğretmenlerin tamamına yakını ikinci bir dil bilmemektedirler. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle tatil, gezmek, inceleme, ziyaret olanakları bulunamadığı için farklı kültürleri tanıma ve teneffüs etme şansına sahip bulunmamaktadırlar.
Ülkemiz yarınlara çağdaş bir toplum olarak girmek ve insanlık yaşamında hak ettiği yeri almak istiyorsa, toplumunu yarına hazırlayacak öğretmenlerini çok yönlü, olaylara bütünsel bakabilen, bilim, sanata ve spor bilinci olan çağdaş aydınlık kafalı mutlu öğretmenler yetiştirmek zorundadır. Özellikle ve mutlaka öğretmenlerin ruh halinin iyi olması için öğretmenlerin sanatsal yönden geliştirilmesi gerekir. Güzel düşünemeyen, güzel göremeyen öğretmen güzeli öğretemez. Bugün ülkemizin çarpık gelişmesinde etkili-yetkili siyaset, bilim, mühendis ve doktorlarının eğitimlerinde güzel sanatların eksiliğinin çok büyük etkisi olduğu kanaatindeyim. Bunun en açık örneği ülkemizdeki binaların mimarisi (hepsi neredeyse birbirinin aynısı) ile beyin güzelliğimiz arasındaki bir ilişki kurmaktayım.
MEVCUT EĞİTİM SİSİTEMİ GENÇLERİN YAŞAMDAN ZEVK ALMA OLGUSUNU FUTBOL’A İNDİRGEDİ
Öğretmenler gününü kutladığımız şu günlerde halen öğretmenlerin elinde şekillenmeye çalışan 16 yaşında bir genç yine onun gibi bir takım gönüldeşi tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Yer yerinden oynuyor, aile feryat ediyor, herkes üzgün, yöneticilerden alışılmış beylik laflar!... Bu münferit bir olay, büyütmeyelim, futbol kardeşliktir vs.
Uzun zamandır eğitim sistemimiz ile oynandığını biliyoruz. En azından 1940’lı yıllarda başlayan soğuk savaş sürecine ülkemizin de dâhil edilmesi ile A’dan Z’ye ülkenin eğitim anlayışı değiştirildi. Daha önce de yazdım, Köy Enstitülerinin kaldırılması ile çağdaş eğitim birliği ve anlayışı rafa kaldırıldı. O gün bu gündür ülke sürekli aşağı doğru gidiyor.
Her şeyden önce uygulanan eğitim nasıl bir nesil yetiştirdi? Hele 12 Eylül anlayışı ile birlikte eğitim tamamıyla yozlaştırıldı. Her şeyden önce çocukların zevkleri elinden alındı. Hayattan zevk almanın değişik yolları vardır. Hobi yapma, kitap okuma, el sanatları geliştirme, resim, müzik, satranç, sporun değişik dalları. Ancak okulların önüne konulan tek alternatif çocukların düşüncelere kapılmaması için spor sahalarında futbol oynatın şeklinde olmuştur. Düşünebiliyor musunuz? Günün önemli bir kısmını futbol ile yatıp kalkan bir çocuk nasıl bir ruh haline sahip olur?. Bütün dünyası futbol olmuş bir insanın bu dünya ile neler yapacağını düşünün. Kabahat öğrencide mi yoksa toplumu eğitmeyi başaramayan ancak kontrol altına lamaya çalışan sistem ve iktidarlarda mı?
Her yönü ile eğitilmemiş, mutluluğun değişik kaynaklarından yararlanma şansı elinden alınmış veya mutluluk kaynaklarına erişmesi için gerekli donanımı sağlanmamış kişilerin futbola heveslenmeleri doğaldır. Maça giden gençlerin büyük çoğunluğu ilk ve orta öğretim diplomasına sahip ve %74.75 oranında işsizlerden oluşuyor. Ancak bu kişilerin stadyumlarda bağırmaları “ölmeye ölmeye geldik” demeleri sizce çok anlamlı değil mi? Küçücük bir takım forması tişört, boynunda atkı, yüzünde takım boyası ile kendine bir yer edinen, arkadaş ilişkileri kuran kişi tabii ki yakaladığı iki kuruşluk zevk için ölüme de gider. Bu da olması, kişi kim? Ne işe yarıyor. Genelde de bu tür kişiliklerin eğitim ve sosyo-ekonomik yapıları düşük düzeyde olduğu için olup-bitenleri bütünsel olarak kavramak ve ona uygun sosyal psikolojilerini geliştirmeleri zor olmaktadır. Bu sosyo-psikolojik ruh yapısına sahip kişilikler başkalarının başarısında kendini bulması kişiyi rahatlatmaktadır. Futbol gibi herkesin benimsediği, beyinsel olarak düşünce zorluğunun olmadığı, kimsenin yanlış düşünüyorsun demediği veya kendi üzerinde kimsenin baskısını görmediği için en rahat kendisini orada görmektedir. Bu yönü ile kişilerin risk almadan devlet ve toplum destekli kendini ifade etme ortamı bulmaktadırlar.
Özellikle futbola devletin verdiği destek, medyayı ve diğer çıkar çevrelerini de konuya sahip çıkmaya yönlendirmiştir. Bunun akabinde yaşamda kendine bir yer bulamamış kişiliklerin içi boş, herkesin kolayca boy göstereceği bir alandan kendine kimlik ve varlığını ispatlama alanı olarak görmesine yöneltmektedir. Tabii bu rant'tan siyasilerin de yararlanma istemi ve kendine oy kazandırmak için sokağın sesine kuru kuruya evet demiş ve onların dümen suyuna gitmişlerdir. En azından sorumlu siyasilerin bu tür olaylara biraz daha geniş açıdan değerlendirme yaklaşmaları beklenilmektedir.
NE YAPILAMLI?
AB girmeye çabaladığımız bu günlerde batıdaki eğitim ve öğretim kalitesi ile ülkemizinki arasında büyük fark bulunmaktadır. Halen başta kadınlar (en büyük öğretmen) olmak üzere % 20’lere varan eğitimsiz bir kitle, okuma oranı düşük, ülkedeki kahvehane sayısı kütüphane sayısından binlerce defa fazla olduğu, hiçbir alanda ciddi ölçütleri olmayan bir ortamda AB’ye nasıl kısa sürede adapte oluruz bilmiyorum. Ancak ülkemizin Köy Enstitüleri anlayışı ile çağdaş, iyi eğitilmiş eğitmenlerin sağlayacağı eğitim modellemesi ile yüksek genç nüfusa güvenerek bu sağlanır.
Öğretmenler gününde öğretmenlerin başta maddi olmak üzere her alanda kendi kendine yetebilen ve mutlu bireyler olmak zorundadırlar. Aksi takdirde yarınımız olan çocuklarımız ve gençlerimizi yetiştirmesini istediğimiz bu kişiler istenilen bilgiyi sunmadan eksik donanımlı nesiller yetiştireceklerdir. Bu eksiklik bugün futbol maçında, yarın trafik kazasında, bir başka gün kapkaç olayında karşımıza çıkacak ve belki de bazen canımızla bu bedeli ödemek zorunda kalacağız. Artık ülkemizin eğitimi ülkenin birinci sorunu olarak ele alınmalı, bütçede eğittim ilk sırada pay almalı. Çağdaş bir eğitim için gerekli bütün donanımlar sağlanmalı ve zaman kaybetmeden çağı yakalamak zorundayız. Toplum olarak bu talebi yüksek sesle dile getirmek zorundayız.
Çağına yakışır bir eğitim ve öğretim ortamı dileği ile tüm öğretmenlerin gününü kutlarım.

--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com



kaliteli slayt grubu



Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin