8 Şubat 2010 Pazartesi

((slayt izle)) Sayın Mehmet Bedri Gültekin'in 8 Şubat 2010 tarihli yazısı: İç tehdit, dış tehdit (1)



8 Şubat 2010

 

 

Olmak ya da Olmamak

                                   Mehmet Bedri Gültekin

 

İç tehdit, dış tehdit (1)


            Tayip Erdoğan, EMASYA tartışmaları üzerine “Bir kere iç tehdit diye bir şey kabul etmiyoruz. Asla!” dedi.

            AKP’nin bugün cüretkâr bir saldırganlıkla yapmak istediklerini, bundan daha iyi ifade edecek bir cümle zor bulunur. Bir itirafla karşı karşıyayız.

            Tayip Erdoğanların EMASYA ve “iç tehdit” tartışmalarıyla bugün, gerçekte ne yapmak istediklerine girmeden önce, bu kavramlarla ifade edilen tehdidin ne olduğuna kendi tarihimizden hareketle bakalım:

            Emperyalizm çağında ezilen dünya ülkelerinde “iç tehdit”, gerçekte dış tahdidin uzantısı olarak ortaya çıkar. Yani iç tehdit aslında dış tehdittir.

            Elbette bu genel kuralın istisnaları da vardır. Ama bilindiği üzere “istisnalar kaideyi bozmaz.”

            Ve siz “iç tehdidi kabul etmiyorum” dediğiniz zaman, gerçekte dış tehdidi gizlemiş oluyorsunuz.

            Bu açıdan son yüzyıllık tarihimizi hatırlayalım:

 

YÜZYIL ÖNCESİ

            Osmanlı devletinin son döneminde görülen “iç tehdit” kapsamındaki olaylar; Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonlar, Ermeniler ve Arapların ayrılıkçı hareketleriydi.

            Bütün bu milliyetlerin ayrılıkçı hareketleri, bir yanıyla iç tehdit durumundaydılar. Ama hepsinin arkasında Batılı emperyalist devletler vardı. Yani gerçekte bir dış tehdidin uzantısıydılar.

            Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’yu baştan aşağı isyan ateşleri sardı. Halifenin çağrısı üzerine gerçekleşen bu irticai hareketlerin baş destekçileri elbette ki en başta işgalci güçlerdi.

            İç tehdit burada da dış tehdide bağlı olarak ortaya çıkmıştı.

            Cumhuriyet’in ilk döneminde “iç tehdit” olarak ortaya çıkan isyanlar; Menemen benzeri irtica hareketleri ile Şeyh Sait isyanı türünden Kürt milliyetçi hareketleri. Kurtuluş Savaşı yıllarında net olarak ortaya çıkan dünya ölçeğindeki saflaşmanın, Cumhuriyet sonrasına yansımalarıydı.

            Yani bir tarafta emperyalizm ve onunla işbirliği yapan Ortaçağ güçleri; karşısında Türkiye’nin milli kuvvetleri...

            Bazı isyanlarda somut dış bağlantının olmaması bu gerçeği değiştirmez. Nesnel olarak nerede durulduğu ve eylemin dünya çapındaki o büyük ve belirleyici saflaşmada kime hizmet ettiği önemlidir.

            Şeyh Sait isyanının da çok net olarak ortaya koyduğu üzere, Cumhuriyet döneminde iç tehdit, sonuç olarak dış tehdidin mevzi kazanmasına hizmet etmiştir.

Bu isyan, Türkiye’de bir sonuç elde edemedi ama, “Dış tehdit”in Musul ve Kerkük’ü ele geçirmesini sağladı.

 

KÜÇÜK AMERİKA DÖNEMİ

            İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de iktidarın niteliği değişti. Kurtuluş Savaşı yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk döneminde “dış tehdit” konumunda olan Batılı emperyalistlerin işbirlikçileri, adım adım iktidarı ele geçirdi.

Bununla birlikte “iç tehdit” tanımı da değişti. Emperyalist işbirlikçisi iktidar, hak arayan işçiyi, köylüyü, bağımsızlık ve demokrasiyi isteyen aydını “iç tehdit”  olarak tanımladı.

Çünkü ülkeyi yönetenler artık tehdidin nereden geldiğini, Amerika’nın işaret parmağına bakarak saptıyorlardı.

“Dış tehdit” de gene, bu dönemde Amerikan emperyalizminin dünya çapındaki menfaat çatışmasına uygun olarak yeniden tanımlandı.

Atatürk’ün “Dış politikada Sovyet dostluğunu terk etmeyeceksiniz” şeklindeki vasiyeti daha 1945 yılı ile birlikte terk edildi.

“Büyük müttefik”in isteği üzerine Sovyetler “dış tehdit” oldu.

Türkiye’nin, kendi ihtiyaçlarından hareketle değil de Amerikanın çıkarlarından hareketle tehdit belirlemesi yaptığı bu dönem, 12 Eylül darbesine kadar sürdü.

27 Mayıs bu tehdit belirlemesine karşı Cumhuriyet’in bir itirazıydı ama Batı sisteminin dışına çıkmadığı için sonuçsuz kalmaya mahkûmdu.

Bu dönemde demokratik üniversite için mücadele eden öğrenciler, toprak ve özgürlük için ayağa kalkan yoksul köylüler, daha iyi yaşam ve örgütlenme hakkı için greve çıkan işçiler, Kürt asıllı vatandaşlara yönelik inkâr ve zorla asimilasyon politikasına karşı mücadele eden devrimciler, “iç tehdit” olarak görüldü.

Devletin güvenlik kuvvetleri ve her türlü olanağı, bu kesimleri bastırmak için seferber edildi.

Ceza yasaları buna uygun olarak değiştirildi. İşkencehaneler, mahkemeler ve hapishaneler Amerika’nın işaret ettiği bu “iç tehdidi” etkisiz kılmak üzere harekete geçirildi.

İşte bu koşullar içinde 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, Batı emperyalizminin tehdit belirlemelerine uygun olarak halka karşı yapıldı.

Öte yandan bütün bu dönem boyunca gerçek “iç tehdit”, yönetime hakim olan işbirlikçilerin koruması ve sağladıkları olanaklar ile adım adım gelişti.

Bir yandan ”dış tehdit”, askeri üsleri, casusluk faaliyetleri ve ekonomik ilişkileri ile ülke içine yerleşirken, öte yandan “iç tehdit”, yani Batı destekli irtica, devlet olanakları ile hortlatıldı.

Batı destekli bölücülük ise emperyalizmin neo liberal politikalarının sağladığı elverişli ideolojik iklim içinde yeniden örgütlenme ve başını doğrultma olanağını elde etti.

Geldik 1980 sonrasına…

(Konuya devam edeceğiz.)

                                                                                              mbgultekin@ip.org.tr

 



--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
 
 
 
kaliteli slayt grubu
 
 
 
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin