Paşa gönlün bilir… Hayat her an bir Mecnun çıkarmaz karşına… Kızgın gözlerle nazar etsen de gök kubbenin arşına; bu seyyah-ı fakir artık zor uğrar, sevda alış-verişi bilmez gönül çarşına…

Paşa gönlün bilir ey peri… Zaman kıvrılarak akarken gözbebeklerimden, bir yalan da sen oluverirsin… Gül çağını kuzgunlar devşirirken, köhne ışıkların umarsız gölgelerinde; bendeki ızdırabın bin misli ile doluverirsin… Kim bilir? Tekerrür etmekten bıkmayan kaderin en kuytu köşesinde, açılmaksızın soluverirsin…

Paşa gönlün bilir… Israrın ikrarı getirdiğini kim söylemiş… Kim demiş ki; yalvarmakla inatlar murâd, gözyaşları vuslata götüren sırat olur diye? Haklısın… Yanmakla, bir murâdın sabahına uyanmak aynı şey değilmiş… Belki de bu yüzden, yüreğimdeki o soyut çiçeğin boynu; böylesine eğilmiş…

Paşa gönlün bilir… Hislerimin tazyiki altında ezilmekten korkma hakkını gasbetmiş değilim… Akıl dânesini, gönül toprağına ekmediğin için yadırgamam seni… Kıskıvrak yakalandığım bakışlarından medet ummam bundan böyle… Ellerini ellere uzatışında dokunmaz artık… Beyhude güneşi getirme semalarıma… Ruhumun o mahrem sırrı, hiç kimse tarafından okunmaz artık…!

Paşa gönlün bilir… Büyük davalarda küçük hesaplar gütmedim ben… Belki de bu sebepten kanar hayallerim… Yalnız başıma taşımaktan yüksünmediğim aşk yükünü, gayrı kimseyle paylaşmam korkma… İlhamın kor soluğu ile yanan nidâlara sarmalamam ismini… Âh da etmem ardın sıra… Unutmayı da unuturum belki…

Paşa gönlün bilir… Manisi bol, gözleri sel, gönül esriten yel ve dahi bundan gayrı bana el güzel…! Rast gelişlerin tesadüflerinde yitirdim aklımı… Her hendesi şeklin bir köşesinde bekler oldu keder… Sen benim cânım aldın…! Ecel gelse kapıma… Söylesene, ecel ne der?

Paşa gönlün bilir… Kan tükürdüğüm gecelerin en kesif dakikalarında, perişanım tutar iki yakanı… Gözyaşlarına neylesin, hodbinliğin buzdan kalkanı? Suallerim dizilir şafak vakti, dimağının puslu dağlarına… Ben yetişemedim bu hâlin ifrit oluşuna… Sen çözsen dahi baş gelebilir misin gönül bağlarına?

Paşa gönlün bilir… Olmayanı oldurmak makamından indin diye, çöle dönmüş bahtıma yağacak bir bulutken ânsızın dindin diye kınamam seni… Seni anlatmam artık Akdeniz akşamlarının, rutubet soluyan gecelerine… Kıskandığım hayalini sürgün ederim gözlerimden… Gözlerim takılı kalmış olsa da; gözlerinin öğrettiği sevdâ bilmecelerine…

Paşa gönlün bilir… Fani dünya da bir garip de ben olurum, ne olacak? Hâlimi soranlara anlatmam olanları… Ben böyleyim işte der geçerim çok defa… Mantık ile bir araya da gelmem hani… Neme lâzım…! Kırk yerinden hançerlenmiş gönlüm yeter bana…

Paşa gönlün bilir… Nasıl olsa el yüzüne gülmek kolaydır… Unutulduğumu sezdiğim şu ân, cân meydanımda ateşlerin en son oyunu halaydır… Davul kederin, zurna umarsızlığın…

Paşa gönlün bilir… Ben de kimim ki? Sen doruklarda uç bakalım… Lâkin unutma yer çekimi kanunu ikimize de geçerli ey peri…! Nasıl olsa gökyüzünü gören her mahlûkun sonu; çiğnediğim o kara, o göz göz yara toprakta nihayet bulacak… Paşa gönlün bilir… Her gece, saatler 03.20’yi gösterirken o sefil hayalim uykularını çalacak…
Paşa gönlün bilir…


-alıntı-