ALİ KABİL alikabil.aydinli09@gmail.com
30 Ocak 2011 13:08
Bunlar; “Halkın Gücü” ve “Doğru Fikir” dir. Bu ikisinin yıkamayacağı engel yoktur. Halkın gücüne ve doğru fikir’e saygı duymak, bunlara karşı çıkmamak, bunları rahatsız etmemek akıllı siyasetçilerin izlemesi gereken bir yoldur.
Türk halkının gücünü denemeye kalkan dünyanın güçlü emperyalist devletleri ne kadar yanıldıklarını Kurtuluş Savaşımızın sonunda yaşadıkları hüsranla çok iyi anladılar. Türkler, ellerindeki kıt olanaklarla dünyanın en modern ordularına karşı direndiler ve dünyadaki tüm mazlum milletlere örnek olacak bir kurtuluş mücadelesi örneği verdiler.
Kurtuluş Savaşımız sonrasında devletimizin kurucu iradesi Türk Milleti için “Doğru Fikir’i de” belirlemişti.
Bu doğru fikir; “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, hürriyetçi demokrasi ve hukuk düzeni dışına çıkamayacağı, kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı bir işbirliği ve işbölümü olduğudur.” İşte doğru fikir budur.
Kurucu irade, bu doğru fikrin korunmasını ve savunulmasını sadece ve sadece “Demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi etmiştir.” Burada da kastedilen “Halkın Gücü’dür.”
Konuyu biraz açmak gerekirse; Hiçbir iktidar, “Ben gücümü milletten alıyorum, bu yüzden kuvvetler ayrılığı prensibini tanımıyorum, madem ki milli iradeyi ben temsil ediyorum, Yürütme de, Yasama da, Yargı da bana bağlı olacak diyemez.” Çünkü her iktidar bu konuları açıklayan Anayasa’yı bilerek iktidara talip olur ve iktidara gelince mevcut anayasa üzerine yemin ederek görevine başlar. Milletvekili seçilen ve mazbatasını alan bir kişini milletvekilliği, Türk Milleti önünde yapacağı yeminden sonra başlar. Anayasa da yazılı yemini etmeyen kişinin milletvekilliği geçerli değildir.
Demokrasinin bir “kurallar” ve “kurumlar” rejimi olmasının gereği ve güzelliği budur.
Gelelim Türkiye’ye;
AKP iki seçimdir tek başına iktidar olacak oyu alıyor ve ülkeyi yönetiyor. Özellikle son birkaç senedir AKP’nin, Anayasa’nın “değiştirilemez” ve “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kesin kurallarını delmeye, hukukun arkasından dolanmaya çalıştığını Türk Milleti olarak görüyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın siyasi hırsı dizginlenemez bir şekilde onu “tek adam” pozisyonuna itiyor. Zaten hükümette yani yürütmede Başbakanın dediği oluyor. Yasamada da Başbakan Erdoğan’ın istemediği bir yasanın çıkması da, onun istemediği bir konuda denetim yapılması da mümkün değildir.
Son anayasa değişikliklerinden bu yana Yargı üzerinde oynanan oyunlar, Yargının da yavaş yavaş AKP’nin emrine sokulmak üzere olduğunu göstermektedir. Tüm bu hareketler çok tehlikeli, ülke bütünlüğünü riske atacak hareketlerdir. Herkesin aklını başına alma zamanı artık gelmiştir.
Tunus’ta ve Mısır’da yaşananları çok iyi analiz etmek gerekir. ABD Dışişleri Bakanı, Büyük Ortadoğu Projesi sonucunda, bölgemizde 22 devletin bazılarının sınırlarının, bazılarının da yönetimlerinin değişeceğini söylemişti. Bu iki ülkede yaşananların, demokratik geleneği olmayan çevre ülkelere sirayet etmesi, çok kan dökülmesi ve bazı sınırların değişmesi önümüzdeki günlerde görebileceğimiz gelişmelerdir.
Yürütmenin yanında, Yasamanın da kontrol altında olduğu, Adalet ve Yargının kontrol altında olduğu, kendisini korumak için özel polis güçlerinin oluşturulduğu bir düzenin, o düzeni kuranlara fayda getirmediği Saddam, Esat, Sedat, Bin Ali ve Mübarek örneklerinde ve daha nicelerinde görülmüştür.
Türk Milletinin devlete bağlılığını, yanlış yorumlayıp, Anayasal sınırları zorlayanlar ise Türk Halkının gücünü hiçbir zaman unutmamalıdırlar.
Yazımızı Sayın Bekir Coşkun’un bu günkü yazısının son paragrafı ile bitirelim;
Demokrasi; nasıl ki alkışlayarak, zıplayarak onaylama hakkı veriyorsa, uyarma, tepki gösterme, itiraz etme hakkı da tanır, onu yaşayanlara..
İktidar bu saçmalıklarından vazgeçmezse, içindeki kin nefret ve intikam duyguları ile Cumhuriyetimizi tekmelemeye, bir istila kuvveti gibi rejimi yok etmeye devam ederse…
Eli kulağındadır. Bekliyorum doğrusu, birisi “Bayrağını al da gel” diyecektir. O zaman ıslığımı da alırım yanıma…
Bu, direnme hakkıdır…
30 Ocak 2011 13:08
Rifat SERDAROĞLU - İzmir - 29 Ocak 2011 Cumartesi
Halkın gücü ve doğru fikir
http://www.egedesonsoz.com/?sayfa=kose-yazilari&kyID=2563&ky=halkin-gucu-ve-dogru-fikir
Bunlar; “Halkın Gücü” ve “Doğru Fikir” dir. Bu ikisinin yıkamayacağı engel yoktur. Halkın gücüne ve doğru fikir’e saygı duymak, bunlara karşı çıkmamak, bunları rahatsız etmemek akıllı siyasetçilerin izlemesi gereken bir yoldur.
Türk halkının gücünü denemeye kalkan dünyanın güçlü emperyalist devletleri ne kadar yanıldıklarını Kurtuluş Savaşımızın sonunda yaşadıkları hüsranla çok iyi anladılar. Türkler, ellerindeki kıt olanaklarla dünyanın en modern ordularına karşı direndiler ve dünyadaki tüm mazlum milletlere örnek olacak bir kurtuluş mücadelesi örneği verdiler.
Kurtuluş Savaşımız sonrasında devletimizin kurucu iradesi Türk Milleti için “Doğru Fikir’i de” belirlemişti.
Bu doğru fikir; “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, hürriyetçi demokrasi ve hukuk düzeni dışına çıkamayacağı, kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı bir işbirliği ve işbölümü olduğudur.” İşte doğru fikir budur.
Kurucu irade, bu doğru fikrin korunmasını ve savunulmasını sadece ve sadece “Demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi etmiştir.” Burada da kastedilen “Halkın Gücü’dür.”
Konuyu biraz açmak gerekirse; Hiçbir iktidar, “Ben gücümü milletten alıyorum, bu yüzden kuvvetler ayrılığı prensibini tanımıyorum, madem ki milli iradeyi ben temsil ediyorum, Yürütme de, Yasama da, Yargı da bana bağlı olacak diyemez.” Çünkü her iktidar bu konuları açıklayan Anayasa’yı bilerek iktidara talip olur ve iktidara gelince mevcut anayasa üzerine yemin ederek görevine başlar. Milletvekili seçilen ve mazbatasını alan bir kişini milletvekilliği, Türk Milleti önünde yapacağı yeminden sonra başlar. Anayasa da yazılı yemini etmeyen kişinin milletvekilliği geçerli değildir.
Demokrasinin bir “kurallar” ve “kurumlar” rejimi olmasının gereği ve güzelliği budur.
Gelelim Türkiye’ye;
AKP iki seçimdir tek başına iktidar olacak oyu alıyor ve ülkeyi yönetiyor. Özellikle son birkaç senedir AKP’nin, Anayasa’nın “değiştirilemez” ve “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kesin kurallarını delmeye, hukukun arkasından dolanmaya çalıştığını Türk Milleti olarak görüyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın siyasi hırsı dizginlenemez bir şekilde onu “tek adam” pozisyonuna itiyor. Zaten hükümette yani yürütmede Başbakanın dediği oluyor. Yasamada da Başbakan Erdoğan’ın istemediği bir yasanın çıkması da, onun istemediği bir konuda denetim yapılması da mümkün değildir.
Son anayasa değişikliklerinden bu yana Yargı üzerinde oynanan oyunlar, Yargının da yavaş yavaş AKP’nin emrine sokulmak üzere olduğunu göstermektedir. Tüm bu hareketler çok tehlikeli, ülke bütünlüğünü riske atacak hareketlerdir. Herkesin aklını başına alma zamanı artık gelmiştir.
Tunus’ta ve Mısır’da yaşananları çok iyi analiz etmek gerekir. ABD Dışişleri Bakanı, Büyük Ortadoğu Projesi sonucunda, bölgemizde 22 devletin bazılarının sınırlarının, bazılarının da yönetimlerinin değişeceğini söylemişti. Bu iki ülkede yaşananların, demokratik geleneği olmayan çevre ülkelere sirayet etmesi, çok kan dökülmesi ve bazı sınırların değişmesi önümüzdeki günlerde görebileceğimiz gelişmelerdir.
Yürütmenin yanında, Yasamanın da kontrol altında olduğu, Adalet ve Yargının kontrol altında olduğu, kendisini korumak için özel polis güçlerinin oluşturulduğu bir düzenin, o düzeni kuranlara fayda getirmediği Saddam, Esat, Sedat, Bin Ali ve Mübarek örneklerinde ve daha nicelerinde görülmüştür.
Türk Milletinin devlete bağlılığını, yanlış yorumlayıp, Anayasal sınırları zorlayanlar ise Türk Halkının gücünü hiçbir zaman unutmamalıdırlar.
Yazımızı Sayın Bekir Coşkun’un bu günkü yazısının son paragrafı ile bitirelim;
Demokrasi; nasıl ki alkışlayarak, zıplayarak onaylama hakkı veriyorsa, uyarma, tepki gösterme, itiraz etme hakkı da tanır, onu yaşayanlara..
İktidar bu saçmalıklarından vazgeçmezse, içindeki kin nefret ve intikam duyguları ile Cumhuriyetimizi tekmelemeye, bir istila kuvveti gibi rejimi yok etmeye devam ederse…
Eli kulağındadır. Bekliyorum doğrusu, birisi “Bayrağını al da gel” diyecektir. O zaman ıslığımı da alırım yanıma…
Bu, direnme hakkıdır…
--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
kaliteli slayt grubu
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin