30 Eylül 2010
Olmak ya da Olmamak
Mehmet Bedri Gültekin
Boşalan Alan (2)
Günümüz Türkiye siyasetini karakterize eden en önemli gelişmelerden biri de, üç yıldır Türk Ordusu’na karşı sürdürülen sistemli saldırı, yürütülen psikolojik savaştır.
Bilindiği üzere bu psikolojik savaşa göre; ‘Türk Ordusu içinde çeşitli oluşumlar vardır ve bunlar darbe peşinde koşmaktadır.’
Hazırlanan sahte belgeleri biliyoruz. Tertip merkezi tarafından 2008 yılı yazından sonra hazırlandığı kesinleşmiş olan sahte belgelere dayanılarak, 2003 yılında darbe hazırlığı yapıldığını iddia eden senaryoyu bütün Türkiye öğrendi.
Bu düzmece belgelere dayanılarak yüzlerce subay hakkında yakalama kararları çıkarıldı. Kimileri tutuklandı. Soruşturma sürüyor.
İşte tam bu sırada CHP, darbelere zemin oluşturduğu gerekçesiyle TSK İç Hizmet Kanunu’nda yer alan “vatanı ve laik demokratik sistemi koruma ve kollama” olarak ifade edilen görev tanımında değişiklik önerdiği yasa teklifini Meclise sundu.
Böylece CHP, Ordu’dan gelen bir “darbe” tehlikesinin gerçekten de var olduğu şeklinde yaratılmak istenen havaya destek vermiş oldu.
Darbe tehlikesi varsa, iktidarın, bu tehlikeyi bertaraf etmek için bir takım girişimlerde bulunmasından daha doğal ne olabilir?
Kısacası CHP; AKP iktidarının yasadışı saldırılarına meşruiyet kazandırmaktadır.
Oysa yapılması gereken; CHP’nin “Ana Muhalefet Partisi” olarak Türk Ordusu’na karşı Atlantik ötesinden planlanan saldırıya karşı koymasıdır.
Bu arada Kılıçdaroğlu, 10 Ağustos günü Radikal gazetesine verdiği röportajda, Partisi’nin “özgürlükçü (liberal) demokrasi” programını açıkladı.
Liberal sözcüğünü kullanan Kılıçdaroğlu… Bilinçli bir tercih… Türkiye’nin anti emperyalist sol çevrelerinde yerine göre bir aşağılama sıfatı olarak kullanılan ve düşman saflarında yer almanın bir işareti olarak algılanan tanımlama, Kılıçdaroğlu’nun, programını ifade ederken kullandığı tanımlama olmuş.
Atatürk’ün “halkçı devrimci” tanımından, Batı emperyalizminin “liberal” tanımına atlamak, hangi safta yer alındığına dair bir irade beyanı olmaktadır.
Ve Kılıçdaroğlu, “liberal demokrasi”sine yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması için ne yapılması gerektiğini sıralarken, ‘Ordu’nun sivil denetim altına alınmasını’ birinci sıraya yerleştirmiş.
Tayyip Erdoğan da tam üç yıldır Ordu’ya yönelik dolu dizgin saldırısını bu gerekçeyle açıklamaya çalışmıyor mu?
KÜRT SORUNU
Kılıçdaroğlu, Genel Başkan olarak yaptığı ilk konuşmada dikkat etmiştim. Konuşmasında “Türk milleti” kavramı geçecek mi diye.
Kullanmadı…
Daha sonra Kürt sorunu ile ilgili olarak yaptığı bir konuşmada neden “Kürt” sözcüğünü kullanmadığını soran bir gazeteciye, “Türk sözcüğünü de kullanmadım” diye cevap vermişti.
Kılıçdaroğlu bu anlayışıyla, Mustafa Kemal’in “millet” anlayışından köklü bir kopuşu savunduğunu ortaya koydu.
Mustafa Kemal, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek, millet kavramı ile ilgili olarak bilimsel bir tavır ortaya koymuştu.
Dünyanın her tarafında bütün milletler, tarihin belli bir evresinde (kapitalizmle birlikte) siyasal bir programın hayat bulmasıyla ortaya çıkarlar. Türkiye’de de böyle oldu.
Etnik kökeni ne olursa olsun, emperyalizme karşı savaşarak Türkiye Cumhuriyeti devletini kuran Türkiye halkı, tek bir millet olarak tarif edildi.
“Millet” kavramı burada bir etnik toplulukla ilişkili değildir. Öte yandan tarih sahnesine çıkan bu “millet”in adının ne olacağı, öznel niyetlerle değil, nesnel gelişmelere bağlı olarak tarih içinde şekillenir.
19. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başında Osmanlı ülkesinin sınırları içinde yaşayan herkes, Dünyanın diğer milletlerine göre “Türk” idi. Nitekim 20. yüzyılın başında o zaman Osmanlı sınırları içinde olan bugünkü Lübnan ve Suriye’den Amerika’ya gidenler, genellikle Hıristiyan Arap olmalarına rağmen aradan yüzyıl geçmesine rağmen, orada yaşayan diğer insanlara göre hala “Türk”türler.
Kürt sorununda Cumhuriyet döneminde yapılan yanlışlıklar, zorla asimilasyon politikasının uygulanmasının yol açtığı acılar bu yazımızın konusu değil.
Ama Türkler ve Kürtler, Cumhuriyetin ilk yarım yüzyılı boyunca Cumhuriyetin kurucularının biraz evvel belirttiğimiz anlayışları doğrultusunda, yapılan bütün yanlışlıklara rağmen tek bir millet olma yolunda ilerlediler.
Son çeyrek yüzyıl içinde ise süreç tersine dönmüştür. Türkler ve Kürtlerin tek bir millet mi yoksa ayrı ayrı milletler olarak mı yollarına devam edecekleri şimdi önümüzde duran bir sorudur.
İşte bu noktada Kılıçdaroğlu’nun tavrı önemlidir. Kılıçdaroğlu Atatürk’ün “millet” tanımından ayrılmaktadır. Bugün için, emperyalizmin ve Kürt milliyetçiliğinin tezi olan, Türlerin ve Kürtlerin ayrı milletler olarak yola devam etmeleri şeklindeki yaklaşımı benimsemektedir.
Bu yaklaşım aynı zamanda Tayip Erdoğanların da yaklaşımıdır. Dolaysıyla Kılıçdaroğlu, Kürt sorunu gibi Türkiye’nin çok önemli bir başka konusunda da iktidar Partisi ile aynı konuma düşmektedir.
Ana muhalefet pozisyonu, Türkiye’nin en önemli bir başka sorununda bir kez daha terk edilmektedir.
Devam edeceğiz…
--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
kaliteli slayt grubu
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin