28 Eylül 2010 Salı

((slayt izle)) Sayın Mehmet Bedri Gültekin'in 27 Eylül 2010 tarihli yazısı: Boşalan alan (1)


                                                                                                                      27 Eylül 2010

 

 

Olmak ya da Olmamak

                                   Mehmet Bedri Gültekin

 

 

Boşalan alan (1)

 

           

            Her siyasal Parti, tarih içinde belli bir yere oturur. Bir geleneğin temsilcisidir, devamıdır.

         Temsil ettiği gelenek veya siyasi Parti’nin kendini tarif ettiği yer, aynı zamanda o Parti’nin programı ve hedefleri hakkında bir fikir verir.

         Bu açıdan bakıldığında AKP; kendi tarihsel köklerini Hürriyet ve İtilaf, Serbest Fırka ve Demokrat Parti geleneği içinde tarif eder ki, doğrudur.

         1960 sonrasında ise AKP’nin temsil ettiği gelenek, bir yandan sağda yer alan diğer oluşumlarla dirsek teması halindeyken, öte yandan koşulların uygun hale gelmesiyle birlikte doğrudan doğruya kendi kimliği ile ortaya çıktı.

         Ortaçağ’ın karanlık güçlerinin temsilcisi olarak, Atatürk’ün ve Cumhuriyet Devrimi’nin karşısında; emperyalizmin yanında ve hizmetinde…

         Bu kuvvet şimdi iktidar…

         Tarih içindeki saflaşmaya bakarak diyebiliriz ki, böyle bir iktidarın karşısında ana muhalefet olarak yer alacak siyasal hareket; ancak ve ancak Cumhuriyet Devrimi’ni savunan aydınlanmacı, bağımsızlıkçı ve devrimci bir siyasal hareket olabilir.

         Mevcut gücü ne olursa olsun, bu özelliklere sahip olmayan bir Parti, Ana Muhalefet Partisi olamaz.

 

TARİF EDİLEN KÖKLER

Bugünün Türkiye’sinde görülmesi gereken büyük gerçek, ana muhalefet alanının boşalmakta olduğudur.

CHP, Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı ile birlikte ve Referandum sürecinde izlediği politika ile Ana Muhalefet Partisi olma iddiasından vazgeçtiğini ilan etmektedir.

Kılıçdaroğlu, CHP’nin yeni rotasının ilk işaretini, ‘27 Mayısı yapanlar, bugün yaptıklarından utanıyorlar’ diyerek verdi.

Ardından 28 Şubat konusunda yapılan açıklamalar geldi. ‘Erbakan’ın 28 Şubat kararlarına direnmesi gerektiğini’ söyledi.

Kılıçdaroğlu, 27 Mayıs ve 28 Şubat konusunda söylediklerini, Referandumun hemen ardından, ‘uygun bir zamanda Menderes’in mezarını ziyaret edebileceğini’ söyleyerek tamamladı.

Gerçekte bütün bu açıklamalarla Kılıçdaroğlu, CHP’yi yepyeni bir yere oturtmaktadır. Hangi geleneğin mirasına sahip çıktığını yeniden tanımlamaktadır.

27 Mayıs, Türkiye’nin “küçük Amerika” olma sürecine Kemalist Devrim’in bir itirazı idi. Aynı zamanda Bayar-Menderes iktidarının totaliter yolda ilerlemesine demokratik bir başkaldırı, meşruiyetini kaybetmiş bir iktidara karşı halkın isyan hakkını kullanması idi.

28 Şubat, bir 27 Mayıs değildi ama en azından bu yönde atılmış titrek bir adım olarak değerlendirilebilir. Susurluk'la yakayı ele veren Gladyonun, birazcık da olsa gözler önüne serilmesi, faili meçhul cinayetlerin durması ve sekiz yıllık zorunlu eğitim; 28 Şubat hakkında bir fikir edinmemizi sağlar.

CHP, kendini bütün bunların karşısına koymaktadır. Bu yeni tanımlama, tarihsel köklerinden ve rolünden tamamen farklı ve bugünün iktidar Partisine daha yakın bir yerde kendini tarif etmekten başka bir anlama gelmez.

 

TARİKAT VE CEMAATLER

Kılıçdaroğlu, Referandum’un hemen ardından Avrupa’ya gitti. Laiklik, tarikatlar ve cemaatler konusunda son derece önemli açıklamalar yaptı.

         Çok değil, bundan üç yıl önce Anayasa Mahkemesi bire karşı on oyla, AKP’yi laikliğe karşı eylemlerin odağı olarak ilan etti. Kaldı ki AKP, o tarihe kadar, deyim yerindeyse alçak profil veriyordu.

         Karda yürüyor izini belli etmemeye çalışıyordu.

         Anayasa Mahkemesindeki kapatma davasını savdıktan sonra ise saldırıya geçti. Bir yandan Ergenekon tertibi ile muhalifleri temizleme operasyonu başlatırken, öte yandan artık her türlü ihtiyatı bir yana bıraktı.

         Anayasa Mahkemesinin suç olarak belirlediği fiilleri aleni olarak gerçekleştirmeye girişti.

Tayip Erdoğan camilerde miting yaparken, malum hocalar dini vecibeleri için toplanan cemaate açıktan siyasal propaganda yapmaya giriştiler.

Hanefi Avcı, dini ideoloji temelinde örgütlenmiş bir gizli örgütün, devleti neredeyse ele geçirmiş olduğu gerçeğini belgeleriyle gözler önüne serdi.

İşte böyle bir tablo içinde Kılıçdaroğlu çıktı ve dedi ki “laiklik tehdit altında değildir.”

Şaka gibi…

Ve Kılıçdaroğlu bu sözlerini “cemaatlere ve tarikatlara saygılıyım” sözleri ile tamamladı.

Devleti illegal yoldan ele geçiren ve devletin gücünü kullanarak kanunları çiğneyen suç örgütüne saygı….

Kılıçdaroğlu bu sözleri Avrupa yolunda ve Avrupa başkentlerinde sarf etti. Türkiye için “Ilımlı İslamı” öngören Batı’nın, kendisinden bu yönde konuşmalar yapması gerektiğini biliyor.

Bir yanda ‘Türkiye; şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar ülkesi olamaz’ diyen Atatürk’ün CHP’si, diğer yanda cemaat ve tarikatlara saygılı ve “türban sorununu biz çözeriz” diyen Kılıçdaroğlu…

Ve Kılıçdaroğlu, Avrupa’da türban sorununu nasıl çözeceklerini de açıkladı. Üniversitelere türbanla girilebilirmiş!

Çok değil üç yıl önce CHP, AKP’nin bu konuda çıkarmış olduğu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürerek iptal ettirmişti.

Ve türban konusu AKP hakkındaki kapatma davasının en önemli gerekçelerinden biri idi. Ama köprülerin altından çok sular aktığı anlaşılıyor.

Artık CHP de kendini, AKP’nin tarif ettiği yere yerleştiriyor. AKP minderinde güreşerek iktidar olabileceğini sanıyor.

Devam edeceğiz…

                                                                           mbgultekin@ip.org.tr

 

 



--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
 
 
 
kaliteli slayt grubu
 
 
 
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin