18 Ağustos 2011 11:23
“ERKEK ADAM”IN (İÇ İŞLERİ VE) KOMŞULUK GÖREVLERİ!..
Küçük kızı muhtarın evli oğluyla düşüp kalkan “erkek adam”, kendi kızını görmezden geldi ama komşunun kızına göz açtırmıyor bu ara. Gözlerinin deniz feneri gibi fır fır döndüğüne bakmayın, sonunda o mavi gözler dönüp dolaşıp, projektör gibi komşunun kızı üzerinde odaklanıyor! “Erkek adam” işini gücünü bırakmış, komşunun kızını takip ediyor. Onu bir parkta sevgilisiyle el ele gördüğünde, zevkle tokadı suratına patlatacak. “Erkek adam”ın bugünlerde boynunda bir dürbün asılıyor. Dürbünle, Anafartalar’a kadar gelen düşmanı değil, evin balkonunda oturup, komşunun ahırını gözetliyor. Kendi ineğinin “yük” tutmamış olmasına bakmıyor. “Erkek adam”ı komşunun ineğinin “dişi” doğurması daha çok ilgilendiriyor. Daha bir gün aile heyetini toplayıp, konuşturmamış ama “erkek adam” komşunun aile içi sorunlarına, her türlü çözümü üretmiş kafasında. Onları uygulamaya koymak için sabırsızlanıyor. Evin dışında bir defa haksızlığa karşı direnmemiş daha. Bir kere olsun kızarak, bağırıp çağırmamış ortalıkta. Her türlü nizadan uzak durmayı “efendilik” biliyor hala. Medeni görünümlü ve kravatlı olan “erkek adam”, evindeki ortağına, 20 yıllık hayat arkadaşına, karşı tam bir “maganda”. Senede en az iki defa sol gözünü morartıyor. Son üç seçimde gözünü kırpmadan, hep aynı partiye oyunu vermiş olmakla övünüyor. “Erkek adam” ”sözünden dönmemeyi” erkeklik biliyor ama ne için söz verdiğini bir türlü bilemiyor!.. Temel gıda maddeleri ile akaryakıta yapılan zamlara, bugüne kadar hiçbir tepki verememiş fakat dün akşam arkadaşları ile -senede bir defa- yemeğe çıkmak isteyen oğlunu, israf etmekle suçlayıp, arkadaşlarının önünde çok fena haşlamış!..
”Erkek adam”ın kim olduğunu öğrenmeye çalışmayın, o çoğumuzun içinde yaşıyor!..
Erzurum’da sokakta yürürken sigara içen kadın ile İstanbul’da şortlu otobüse binen kız çocuğuna, müdahale etme hakkını kendinde gören “erkek adam”, akşam eve döndüğünde, o gün o insanlara yaşattıklarını, kendi çocuklarına nasıl anlattı bilmiyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, çocuklar babaları ile çok övündüler mi, onu da bilemiyorum. Kim bilir, belki de içlerinden; “Babamız, bu eylemi ile bize en güzel ve hiçbir zaman tükenmeyecek bir miras bıraktı. Artık çalışıp eve ekmek getirmesi gerekmez. Bundan böyle biz çalışıp ona bakalım” demişlerdir!?
Bu günlerde Ankara Barosu’nun “Gelincik Projesi” içinde, insana küçük dilini yutturacak cinsten, bir başka gerçek daha ortaya çıkmış. Kocalarından şiddet gören kadınların önemli bir kısmı, kocalarının şiddete başvurmasını “haklı” görüyorlarmış! Kadınlarımız, “kocam dövüyorsa bir nedeni vardır” diyerek, kendilerini suçlamaya başlamışlar. Bir toplumda kadınlar bu kadar şaşırmışlarsa, o toplum doğru yolu asla bulamaz! Şiddete maruz kalan ve “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen”; anamız, avratımız veya bacımız olan kadınlarımız, kafayı yemeden, ancak 2011 yılına kadar direnebilmişler! Peki, otobüsteki kızı döven “erkek adam”ı, aynı otobüsteki diğer kadınların desteklemesine ne demeli? Aynı derecede olmasa bile, bu da bir başka sarsıntıyı göstermiyor mu? Sırası gelmişken, bir gerçeğin daha altını çizerek, bu konuyu geçelim diyorum. Türkiye’de kadın cinayetleri, 2002-2009 yılları arasında yüzde 1400 artmış! Bu yılın ilk altı ayında, 105 kadın erkek şiddetinden yaşamını yitirmiş. TÜİK verilerine göre, geçtiğimiz yıl, 334 kadın yaşanan şiddet ya da intihar olayları sonucu yaşamını yitirmişti…
Hükümetin yaptığı haksızlıklara, her dört yılda bir el kaldırarak, onay veren iki kişiden biri, zorunlu olmadığı halde yapılan zamlara, hukuk dışı uygulamalara, komplolara, yargısız infazlara, insanlık dışı muamelelere ve işkenceye karşı, bir defa olsun elini kaldırarak “dur” dememiştir! “Şiddete uğrayan kadın tek tuşla polis çağırabilecek” şeklinde basına yansıyan haber üzerine, Özerk Diyanet Vakıf Çalışanları Birliği Başkanı Lütfi Şenocak, bu tür uygulamaların aile birliğini sarsacağını, kaybolan değer yargılarını ve güveni tamamen yok edeceğini belirterek, bu yöndeki çalışmaları “tahrik” edici bulduğunu söylemiş! Bunu da bir yere not edelim…
Bilin bakalım “düşene bir tekme de benden” ilkelliğine, bu seferki destek kimden? Doğru bildiniz, destek yine “ünlü” bir “din adamı”ndan gelmiş. Fıkıh profesörü olarak tanınan Hayrettin Kahraman, her Müslüman “aleni dine, ahlaka, adaba aykırı bir davranışa -engellemek veya ıslah etmek maksadıyla- müdahale etmekle yükümlüdür” diyerek, çok kötü bir şey yapmış! Bireylerin, “engellemek” veya “ıslah” etmek maksadıyla bile olsa, biri birlerine müdahale etmesi, dini bir gerekliliğe dayandırılamaz! Öyle bir yol açılırsa eğer, “erkek adam”ın komşu kızını “ıslah” etmeye kalkışacağı kesin. Öğretide ıslah cezalandırmanın amaçlarından biridir sadece. Cezalandırma tekeli ise, sadece ve sadece devletin elindedir. Devlet, bu işi yasa kuralları ile yerine getirir. Bu yetkisini kişilere devredemez! Bu “fetva”da iş komşunun takdirine bırakılmış. Örneğin komşu kızına cinsel taciz yapan bir Müslüman adam, “ıslah olsun diye yaptım” diyerek, kendini savunabilir! Kimin hangi ceza veya tedbirle “ıslah” olacağı, komşuya bırakılınca, işlerin hangi noktaya kadar gideceğini hiç kimse kestiremez!..
Anlaşılan bu dönem komşuluk görevleri arasına “ıslah” da eklenecek!...
Dış ilişkilerimizde de durum çok farklı değil. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, Şam’a yaptığı ziyaret öncesinde, Orgeneral Özel’in de katıldığı Başbakanlıktaki toplantıda, komşumuz Suriye’ye yönelik “strateji” ele alınmış. Davutoğlu ile telefonla görüşen ABD Dışişleri Bakanı Bayan Clincton, “Suriye ordusu ivedilikle çekilmesi” mesajını Şam’a iletmesini istemiş. ABD Elçisi de bu mesajın verilmesi için Başbakanlığa gelmişti. CHP sözcülerinin, hükümeti emperyalizmin taşeronu ve posta memuru olarak suçlamasına, çok kızan Başbakan Erdoğan, Suriye’ye Türkiye’nin mesajının iletildiğini belirterek, muhalefetin çırak bile olamayacaklarını söylemiş. İki kişiden biri, muhalefete inanacak değil ya. Başbakan ne diyorsa, o doğru kabul edilerek, iki kişiden diğerine karşı hükümeti savunacak! Hükümeti savunmak vatandaşın ikinci işi! Tam da bu sırada, ABD’den Başbakanımızı yalanlayacak bir açıklama gelmez mi. Sözcü Nuland: “Suriye’ye mesajımızı Davutoğlu’yla koordine ettik” diyerek, tartışmaya son noktayı koymuş. İki kişiden biri “koymadı” diyerek, direniyor. Bakalım daha ne kadar kendini avutabilecek? İzleyip göreceğiz…
Gerçekte komşunun kızının şortu, bizi ne kadar ilgilendiriyorsa, komşumuz Suriye’nin iç işleri de bizi o kadar ilgilendirir. Gelin görün ki, Başbakanımız “Suriye bizim iç meselemizdir”(1) diyor. Suriye’nin hangi meselenin, bizim iç meselemizin olduğunu ise kimse söylemiyor. Komşu kızının gözünü morartan “erkek adam”, çocuğu “tedip”(2) için dövdüğünü söylüyor. Kızın ebeveyninin yerine nasıl geçti, onu kimse bilmiyor! Sorun onun üzerine kim tarafından nasıl yıkıldı(!) o da belli değil çok şükür!.. Hukukumuzda “aile içi şiddet” suç sayılmış olmasına rağmen, aile dışından biri, komşunun çocuğunu “ıslah” maksadıyla dövebiliyor. “Erkek adam” önüne gelen çocuğu “tedip” ve terbiye yapmaya kalkar ve fıkıh profesörleri bu eylemlerin, haklılık zemininde bulunduğunu kanıtlamak için, dini dayanaklarını açıklayıp savunuyorsa, artık o ülkede hükümetin, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiğini” kimse ileri süremez!.. Ayrıca “laiklik tehlikededir” de denemez! Çünkü tehlike gerçekleşmiştir… “Geçmiş olsun” demek gerekir!..
Hazır söz komşunun kızını “terbiye” etmeye kadar gelmişken, size Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, on yıl önce kaleme aldığı bir makalesini hediye edeyim…(3) Belki bir gün bir yerde işinize yarayabilir… Kendisini İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal kadar sayar ve severim…
Sonuç olarak denebilir ki, içerdeki ve dışarıdaki “komşular” harekete geçtiler. Suudi Arabistan bile Suriye’ye “akan kanı durdur” çağrısında bulunan, diğer Arap ülkelerine katılmış. Kuveyt ve Bahreyn de istişare etmek için Şam büyükelçilerini geri çağırmışlar. Arka arkaya Arap liderler, Suriye’ye “yeni reformlar” yapmayı öğütlüyorlar! Sanki kendileri yapmış gibi. Denebilir ki, ABD’nin işi en kolay Ortadoğu’da yürüyecek. ABD’nin Ortadoğu’daki eyaletleri BOP’ni hayata geçirebilmek için topyekûn taarruza kalktılar…
Av. Cemil Can
DİPNOTLAR:
(1)Suriye neden bizim iç meselemizdir? Dilerseniz bu sorunun yanıtını Başbakan’dan öğrenelim. Başbakan 6 Ağustos günü bir toplantıda şöyle diyordu: “Suriye konusunu dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü Suriye ile 850 km sınırımız vardır. Akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olup bitenler, asla bizim seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve gereğini yapmak zorundayız” demiştir. Sınırın uzunluğu ile akrabalık bağını bağımsız bir ülkeye müdahale etmek için Başbakanımız yeterli görüyor!..
Allahtan kapı komşularımızın tümü akrabamız değil. Bir de tarlalarda sınırdaşımız olduklarını düşünün. O zaman vay geldi bizim kızlarımızın haline.Herkesin evi komşusu için “iç mesele” sayılabilir ve komşularımız genç kızlarımıza “ıslah” maksadı ile “müdahale” edebilir!.. Diğer yandan “iç mesele” sebebi olarak, “akrabalığı” değil de 850 km’lik sınırı temel olarak kabul edersek; o zaman Suriye’de olan her sorun bize de bir “iç mesele” haline gelir. Tıpkı PKK sorununun, baba Esat döneminde Suriye’nin bir “iç meselesi” olarak kabul edildiği gibi!? Böyle bir mantığı kabul edersek, kargaları rehber olarak almak zorunda kalırız. “Ergenekon Davası”nı da Suriye’nin “iç meselesi” olarak kabul eder ve bu meseleye de Suriye’nin müdahale hakkı olduğunu kendi ağzımızla söylemek zorunda kalabiliriz...
Başbakan’ın “Sabrın sonuna geldik, son sözümüzü söylüyoruz” sözleri ise, ne akrabalığa yakışır ne de komşuluk hukukuna. Hangi sabrın sonuna geldik? Otobüste babası yaşındaki “erkek adam”ı sabrın sonuna getiren şey; o genç kızın şortuydu diyelim. Başbakanı “sabrın sonuna” getiren nedir? İki kişiden birinin, bu konuda bir şey söylemesi gerekir. Kızılay’ın kurduğu çadır kentlerde, 7292 Suriyelinin barındırıldığı söyleniyor. “Hatay'da Suriyeli mültecilerin kaldığı kamplarda 400 kadına tecavüz edilmiş. Tecavüz 250 kadının hamilelik nedeniyle adet görmemesi üzerine ortaya çıkmış.” 9 Ağustos tarihli Aydınlık Gazetesi’nin sür manşeti de böyleydi!..
(2)Tedip: Uslandırma, yola getirme, terbiye etme.
(3)Terbiye ve İnzibat Vasıtalarını Kötüye Kullanma ve Aile Bireylerine Karşı Fena Muamelede Bulunma Suçları
http://www.feyzioglu.av.tr/yayin/terbiye-ve-inzibat-vasitalar%C4%B1n%C4%B1-kotuye-kullanma.html
--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
kaliteli slayt grubu
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin