3 Ocak 2012 Salı

((slayt izle)) ASLINDA NE OLDU // ŞEBNEM ÖZBEK



sebnem ozbek <ssebnemenator@gmail.com>
3 Ocak 2012 16:04

 ASLINDA NE OLDU


Sene 1935. Bugünkü iktidarın Hitler’e benzettiği İnönü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizi kapsayan bir yurt gezisini Atatürk’ün emriyle gerçekleştirmiş ve ardından bölge ile ilgili, görüşlerini rapor halinde Büyük Önder’e iletmişti. Söz konusu raporda şu bilgilere yer veriliyordu:

“Fransızlar; Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kahramanmaraş'ın kendi ellerinde olmasını zaruri görmüşlerdi. Ama biz buna müsaade etmedik. Fransızlara karşı barışçıl bir politika sergiliyoruz. Ancak buna rağmen Fransızlar daima uyanık ve endişeliler. Özellikle şarka demiryolları yaptırmamız konusunda rahatsızlar. Çünkü iktisadi, idari ve askeri açıdan şarkta teşkilatlanmamızı istemiyorlar. Bölgede ayrıca önemli bir diğer husus ise; Suriye sınırımız boyunca Fransızların desteklediği ve bize iktisadi açıdan büyük zararı dokunan kaçakçılık olaylarının hüküm sürmesidir. Fransızlar sınırın Suriye tarafına özellikle senelerden beri türlü vakalardan kaçan Kürt, Arap ve Ermeni grupları yerleştirmiştir. Fransız istihbaratı istedikleri an bu ahalileri çeteler halinde Türkiye'ye saldırtmaya muktedildir."

Atatürk; Fransızların özellikle Suriye sınırında faaliyette bulunduğu, buradaki halkı Suriye'yi örnek göstererek ayrılma yönünde kışkırttığı, bu yüzden bölgenin kalkınmasına öncelik verilmesi gerektiği konusunda, İsmet Paşa ile hemfikirdi. Bu nedenle toprak reformuna öncelik verdi. Bölge halkının eğitimi için köy enstitüleri kurdurdu. Ancak Atatürk'ün ölümü, dünya buhranı ve ardından 2. Dünya Savaşı, Büyük Önder'in; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemiz için düşünülen kalkınma projesinin, istenildiği ölçüde hayata geçirilmesine engel oldu.

Gördüğünüz gibi Alman Ortadoğu uzmanı, Kurt Ziemke'nin "İngilizlerin yaptığı gibi, Kemalist Cumhuriyetin; hem din düşmanı hem de Kürt düşmanı olduğu, sürekli gündemde tutulup işlenmelidir" sözleri günümüzde gerçeklerin nasıl saptırıldığının delilidir.

Sene 1952’ye geldiğinde ise; 721 şehit vererek ve aslında Anayasaya aykırı olmasına rağmen, Menderes Hükümeti tarafından gönderildiğimiz Kore Savaşının ödülü olarak; NATO'ya girdik.

Hemen ardından; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz, NATO tarafından "Fulda Boşluğu" ilan edildi ve Türkiye'nin; bu bölgeye yatırım yapması, olası bir sıcak savaş durumunda; Sovyet ordularının gireceği ilk bölge olacağı sebebiyle NATO'nun isteği ve uluslararası güvenlik anlaşmalarıyla yasaklandı.

Bölgeye yatırım yapılmasının yasaklanması gibi Amerika'nın, 1945'li yıllarda bölgedeki etnik ayrımcılığı körükleme girişimlerini rafa kaldırmasının nedeni de Sovyetlerdir. (Olası bir savaşta bölge halkının bir kısmı Ruslarla birlikte hareket edebilir ve Amerika’nın işgalini zorlaştırabilirdi.)

Rusların artık tehdit oluşturmadığı soğuk savaş sonrası ise Türkiye'nin; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine elinden geldiğince yatırım yapıp, GAP gibi projeler üretmesi, bölge halkına eğitim ve sağlık götürmeye çalışması; Amerika tarafından legal yollarla engellenmeye, Suriye ile su krizleri yaratılmaya çalışılırken, aynı zamanda PKK gibi illegal terör örgütleri ile de engelleme girişimleri devam ettirilmiştir.

Dikkat edilirse, Sovyetler dağıldıktan ve soğuk savaş süreci sona erdikten sonra PKK; o güne kadar yürüttüğü stratejiden vazgeçmiş(!) bölgeye yapılan yatırımları sabote eden terör eylemlerine son vererek sadece can almaya yönelmiştir.

Aynı zamanda gene Sovyetlerin dağılması ile birlikte; Türkiye'mizde etnik ayrımcılığı körükleyen; sözde aydınlar ve yazarlar yeraltından çıkmış, emperyalist uşaklığı görevlerine geri dönmüşlerdir. Bu uşaklık AKP’nin ikinci kez tek başına iktidar olması ile birlikte doruğa çıkmıştır. Artık iktidarın etnik milliyetçilik söylemleri ve Türkiyelilik kavramı ile coşan cenah; eli kanlı terör örgütü liderine “Paşalık” unvanı verdirmeyi, evde hapsi, özerklik, bölünme istemleri, yönetim şeklimizin federasyona dönüşecek hale getirilmesi gibi tam da Amerika’nın isteklerini dile getirmeye başlamıştır.

Irak’tan çekildikten sonra bölgede kaosun baş göstermesi, düşman İran’ın Şii nüfusu etkisi altına alması, katliamlar yapan Kürtlerin hamisiz kalması Amerika için; Türkiye kozunu sahaya sürme vaktinin geldiği anlamını taşımaktaydı. Tam da Basra körfezinde İran donanmasıyla kendi donanmalarının karşı karşıya geldiği günlerde Türkiye’nin K. Irak’ta Amerika yerine ipleri ele alması için sözde aydınların ve ayrılıkçı Kürtlerin harekete geçirilmesi, sonrasında da bölünmeye giden yolda bir adım daha atılması gerekiyordu.

Amerika bunun için “terörle mücadelede ortak çalışma ve istihbarat paylaşımı”nı kullanacaktı. PKK’yı hortlattıkları günden beri sınırın diğer tarafında koruyup gözettikleri, Barzani tarafından ağırladıkları teröristlerin Irak’tan Türkiye’ye geçiş yaptığı güzergâh belliydi. PKK’lılar tam da öğrettikleri gibi kaç kere söz konusu güzergâhı kullanılıp karakol basmış, asker sivil demeden katliam yapmıştı. Hem Türkiye’de basın “Çölün ortasında Kaddafi’yi bulan Amerika bir türlü sınırdan geçiş yapan teröristleri tespit edemiyor” diye yazmıyor muydu? Son zamanlarda terörle mücadelede başarı gösterilmesini sağlayan bir çok istihbarat TSK ile paylaşılmış ve Türk kesiminin güveni kazanılmıştı. Tam da AKP’nin “Özel” paşasının Genelkurmay Başkanı yapıldığı, halkın gözünde de askerin PKK’ya karşı başarı sağladığı bugünlerde tabi ki Türkler Amerika’dan gelecek bilgilere güvenecekti.

Kendilerine sonuna kadar güvenen Erdoğan; Amerika’nın verdiği istihbaratla 35 teröristi kanlı bir eylem gerçekleştirmeden vuracak ve bu durumu başarı hanelerine medyanın büyük desteğiyle yazılacaktı. Kaldı ki TSK; 35 kaçakçının terör örgütü elemanı olup olmadığını Heronlarla tespit edemezdi. Nitekim öyle de oldu. Heronlar bir grup insanın sınırdan geçiş yaptığını tespit etti. Ancak bunların kaçakçı olabileceğine dair en ufak bir emare yoktu. Hem Amerikalılardan da böyle bir bilgi gelmemişti.

Netice itibariyle AKP, geçmişte birkaç kez olduğu gibi bu sefer de Amerika’nın oyununa gelmiş ve 35 kaçakçının ölümüne neden olmuştu. Başkalarının yaptıklarını “Hata” diye nitelendirip “Özür” dileyen Erdoğan bu durumu mümkün olduğunca zararsız atlatmanın hesabını yaptı ve kendi emrinde olduğunu defalarca dile getirdiği “Özel” paşasına sahip çıkması gerektiğinin bilinciyle hareket etti ve “kendi insanlarını katleden Başbakan” olarak anılmamak için olayın üzerini örtmeye çalıştı. Bu konuda imdadına özel yetkili başsavcılar yetişti ve 6 yıl önce gerçekleşen Danıştay saldırısının delilleri OYAK Genel Müdürlüğünde aranmaya başladı. Medya tam da Erdoğan’ın istediği gibi 35 kişinin ölümünü unutup aramaların yapıldığı yerlerden canlı yayına başladı.

ŞEBNEM ÖZBEK

03.01.2012



--
YA YOLUNDA YÜRÜRÜZ..
YA BU UĞURDA ÖLÜRÜZ..
 
 
ŞEBNEM ÖZBEK
 
 


--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
 
 
 
kaliteli slayt grubu
 
 
 
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin