ASSUBAYLARIN UZUN YÜRÜYÜŞÜ VE MAO’NUN ASKERLERİ! (BÖLÜM-I)
Mao bitkin görünmektedir. Uzun süre hiç bir şey söylemez. Sonra birden kalkar, gülümseyerek yere bir harita serer. Dingin bir sesle "Düşman güçleri kırmaya karar verdim" der. Chu Teh, şaşkınlıkla “Nereye gideceğiz?” diye sorar. Mao çok soğukkanlı bir şekilde; “Batıya, arkadaşlarımızın yanına, gerekirse kuzey Chensi’ye kadar çıkacağız" der. Chu Teh ve arkadaşları daha da büyük bir şaşkınlığa kapılırlar. Chu Teh haritayı uzun uzun inceler ve der ki "Kuzey Chensi’ye 12 bin kilometre var, bu yolu nasıl aşacağız?" Mao ayağa kalkar ve tozlu ayağını yere sürerek, “Yürüyeceğiz!” der. Mağaraya bir ölüm sessizliği çöker.12 bin km. yürümek, kurak dağları tırmanmak, kayalı buzlu nehirleri geçmek, milliyetçilerin ve aşiretlerin saldırısına uğramak, hepsinden daha önemlisi; bütün bunları nerdeyse hiç erzaksız ve cephanesiz başarmak! İşte Çin Devriminin yolunu açacak olan en zorlu karar süreci o anda ve o mağarada yaşanmıştır.
1934 Ekiminin sonunda herkes milliyetçiliğin büyük tanrısı Chang Kai-Chek’in bu büyük ülkenin başına gelmek isteyen komünist güçleri bütünüyle bastıracağını sanır. Gerçekten de 30 bin komünistle, ünlü şefleri kızıl ejder denilen Mao Tse Toung, Çin’in güney doğusundaki Kiang-si dağında kuşatılarak kıstırılmıştır. Kurtulmaları olanaksızdır bu kez. Chang Kai-Chek bu dağın çevresinde askeri tarihin en kusursuz tahkim tünellerini kazdırmıştır. Başlarında o dönemin en ünlü iki alman generali bulunmaktadır. Beton sığınaklarında milliyetçiler son saldırıya geçmeye hazırlanırlar.
Kuşatılan cephede ise tam bir bozgun havası vardır. Yıllardır verilen mücadelenin sonu gelmiş gibi görünmektedir. Chu Teh durum hakkında pek karanlık bir görüntü verir. "Kışı bitirecek kadar erzak yok, cephane tükeniyor, gelecek saldırıda düşmanı ancak geriletebilir ama kuşatmayı delemeyiz" der. Bu sözler parti merkezi görevi gören bir mağarada yapılan tarihi bir toplantıda söylenir. Herkes ağır ve hüzünlü bir sessizlik içinde başkanın yanıtını bekler. Ve başkan kuşatılmışlıktan aydınlığa çıkan yol olarak “Uzun Yürüyüş” kararını bildirir.
Mao’nun Kızıl Ordu birlikleri, düşman kuşatmasından kurtulmak için kendilerinden daha kalabalık ve daha iyi silahlanmış hükümet kuvvetleriyle çarpışa çarpışa kuzeybatıya doğru zorlu ve sarp bir dağlık arazide umutlarının ve direnişlerinin kılavuzluğunda çıkmışlardır yola. İşte bu Uzun Yürüyüş'ün mimarları ve sağ kalan 20.000 kişi, Çin devriminin de seçkinlerini oluşturmuştur.
O gece kaçan adamlar Mao’nun en iyi askerleri, ablukaya en iyi dayanmış olanlar ve savaşı olduğu kadar öğretiyi de en iyi bilen adamlardı. Bu adamlar Çin Halk Cumhuriyetinin ilk yürüyüş ordusunu meydana getirenlerdi.
Peki, nereye gitmiştir bu 30 bin adam? Nasıl böyle akıl almaz bir işe girişmişlerdir? Hemen hemen hepsi ölecektir sonunda, ama Çin’i yeni bir devlet haline getirecek destanları da başlatmış olacaklardır. Eşi olmayan bu askeri serüven “Uzun Yürüyüş” adıyla efsaneleşir tüm dünyada. Mazlum ve kuşatılmış kitleler için umut aşısı olur.
En iyi askerleri ve en sağlam militanları ile böylesine şaşırtıcı bir eylemi başarması, Mao’nun saygınlığını salt askerleri ve dostları arasında değil, milliyetçilerin, hatta geçilen yerlerdeki halkın gözünde de arttıracaktır. Yine de bu serüvene atılmak için sonsuz bir güven, kusursuz bir sezgi gerekmektedir. Kimileri Mao’nun bu yolu çaresizlikten seçtiğini söylerler. Kendisi ise "yaptığımızı bir daha yapamazdık, neden mi? yalnızca olanaksız olduğundan" demiştir. Kiang-si dağında 30 bin adam abluka edilmişti. Oysa sadece 20 bini kurtulabilmiş ve Chen-Si’ye varabilmişti.
Çin halkının bu çetin mücadelesi “Komünizm” adına yapılmıştı. Türk halkına hala tukaka gelen “komünizm” sözcüğü yerine “Çin Halkının Mücadelesi” tabirini kullanır ve önyargılardan uzak bir şekilde bu olayları incelersek, gerçekten de karşımıza büyük dersler alabileceğimiz muazzam bir destan çıkar. Özellikle Japon işgaline karşı Çinlilerin vermiş olduğu “Kurtuluş Mücadelesi” pek çok yönden bizim İstiklal Savaşımızı da çağrıştırır. Vatan bildikleri yurtları işgale uğradığında onlar da tıpkı bizim gibi “Esaret altında yaşamaktansa, ölmeyi yeğlerim!” diyen ve bunu eylemleştiren, destanlaştıran bir millettir.
Kaldı ki, Mao’nun “Ben Çin’in Atatürk’üyüm!” dediği de rivayet edilmekte ve Türk İstiklal Savaşını da tüm detaylarıyla gözlemlediği ve örnek aldığı belirtilmektedir.
Biz assubayların mücadelesi de böylesine uzun bir yürüyüşe benzemektedir. Bizler de kuşatılmışlıklar altındayız. Haksızlıklara uğramakta, adaletimizi temin etmesi gerekenlerin adaletsizliği altında ezilmekteyiz. Belki de bizim durumumuz Mao’nun askerlerinden bile vahim. Çünkü biz, onurumuz için mücadele verirken, giydiğimiz ay yıldızlı üniformanın gereği çok ince bir çizgide mücadele etmek zorunluluğundayız. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihsel kimliğine ve geleneklerine özen göstermek, vatan, millet, bayrak ve Cumhuriyet gibi kutsal değerlerimizi incitmeksizin eylemler yapmak zorundayız. Bu konularda yapacağımız en ufak bir özensiz davranış, bizi kuşatma altında tutan egemenler tarafından müthiş derecede abartılarak aleyhimize kullanılacaktır. Öyle ki, sanki kanunlarla, yasalarla onurlu Türk Silahlı Kuvvetlerini sınıflara bölen, ayrımcılık yapan, kast sistemi uygulayan ve adaletsizliği kaderimiz haline getiren onlar değil de bizmişiz gibi davranacaklar ve bütünü bozmakla hatta hainlikle suçlayıcı söylemlerde, beyanlarda bulunmak için fırsatlar kollayıp, uygulayacaklardır.
Nerden mi biliyoruz? Çünkü tarihi var, yeri var, zamanı var. Çünkü 1970’li yıllarda haksızlıklara karşı çetin bir mücadele vermiş olan assubayların ve eşlerinin kamuoyuna nasıl sunulduğunu, nelerle itham edildiğini biliyoruz. Yaşadığımız sürece de bilmeye ve anlatmaya devam edeceğiz.
Aydın Kulak
Takvim yaprakları 1970 yılının başlarını göstermektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst yapısı bir taraftan bir sonraki yıl yapacakları “12 Mart Darbesi” hazırlıklarını sürdürürken, diğer taraftan da Türk Ordusu’nun belkemiği assubayları etkisizleştirme peşindedir. Nihayetinde ordudan tek ses çıkması için ast olanların hiçbir şekilde sesinin çıkmaması kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda onlara ast olduklarını hatırlatmak, haklarının ancak kendilerinin uygun görüp verecekleri kadar olabileceğini bildirmek için gereği düşünülmüştür. Yeni çıkan Personel Kanunu nedeniyle bir assubayın maaşı asteğmen maaşının bile altına düşürülmüş, ekonomik olarak sus pus edilmeleri sağlanmıştır. Çıkan yeni kanunda daha pek çok ayrıntı hep ast olanların aleyhinedir. Yeni ihdas edilen rütbeler personeli isyana sürükleyecek şekilde hak kayıpları ihtiva etmektedir.
Daha önce Asb. Çvş-Üçvş.-Bçvş.-Kd. Bçvş.-Temditli Kd. Bçvş. olan rütbeler hizmet yılları esas alınarak yeniden düzenlenmiştir. Yeni rütbe yapılanması ise Asb. Çvş.-Kd. Çvş.-Üçvş.-Kd. Üçvş.-Bçvş.-Kad. Bçvş.-Kd. Bçvş.-Kad. Kd. Bçvş. Şeklindedir. Elbette ordunun böyle yeni bir rütbe yapılanmasına gitmesi normaldir fakat uygulamanın personelin rütbeleri tenzil edilerek yapılması sıra dışıdır. İşte bu yeni rütbe oluşumunda şöyle bir karar uygulanmaktadır:
Daha önceki sistem gereği Asb. Üçvş., Bçvş. ve Kd. Bçvş. Rütbesini almış ya da almak üzere olanlar yeni çıkan rütbelere intibak ettirilmiş ve taşıdıkları ya da çok yakında taşıyacakları rütbenin altındaki rütbeyi almak zorunda bırakılmıştır. Yeni rütbe yapılanmasında düzenlemeler hizmet yılı itibarıyla yapılmış ve o dönem maaşların bir kıstası olan barem sistemine göre de ince bir ayar çekilmiştir. Subaylar için yapılan işlemlerde hak kayıpları önlenirken, assubaylara karşı aynı duyarlılık gösterilmemiş, maaşları subay maaşlarından düşük tutulmaya çalışılmıştır. Tıpkı bugüne benzer şekilde “benim teğmenim daha fazla almalı, asalet farkımız belli olmalı” düsturu yürürlüğe konmuştur.
Bu yapılan, hem bir rütbe tenzili operasyonuydu hem de maaşları ve maaş derecesini düşürme harekatı. Eski sisteme göre bir yarbayla eşit maaş alan Kıdemli Başçavuşların özlük hakları çok daha aşağılara çekiliyor, assubayların maaşlarına ve konumlarına statükocu bir darbe indiriliyordu.
Onlara adeta kölelik boyunduruğu takılmak istenmekteydi. Dövüş deyince dövüşecek, otur deyince oturacak uysal Spartaküs’ler yaratılacaktı. Oysa Spartaküs’ler için hak ve onur her şeydi, unutmuş olmalıydılar!
Gelen baharla birlikte assubayların haksızlıklara karşı direnişi de başlar. Bu eylem sürecinde onların doğrudan meydanlara inmeleri yasaktır. Askeri Ceza Kanunu denen kara kitap, bu şekilde eylemli bir hak arayışını cezalandırmaktadır. Nazım Hikmet’in Donanma Davası’nda da görüldüğü gibi en ufak bir eylem ya da söylem dahi “orduyu isyana teşvik” şeklinde değerlendirilmektedir. İki assubayın bile bir araya gelip bir şeyler konuşması, istendiğinde, Askeri Mahkemelerde çok ağır bir suç teşkil edecek şekilde yorumlanabilmektedir. Muvazzaf subay üyeler bunun için vardır. Mutlak itaat esastır, hem de yaşamınızın her alanına varıncaya kadar!
Katı bir yapıdaki askeri ceza kanunlarına rağmen bu onur ve hak mücadelesinin sürdürülmesi de kaçınılmazdır. O dönemlerde ordudaki assubayları da emekçi gören ve siyasi ortam içinde kendi fraksiyonlarına göre ülkeyi daha demokratik şartlara taşımak isteyen sivil gençlik örgütleri vardır. Assubayların hak aramak için kurdukları bazı dayanışma örgütleri vardır. TEMAY vardır, EMAS vardır. İlk defa assubaylar emeklerinin karşılığı için, haklarının hukuken korunması için organize olmaktadırlar. Bu haklı eylemlerinde devrimci sivil örgütlerin desteğini de yanlarında bulurlar. Deniz Gezmiş’in savunmasında dahi bu hareketten saygıyla söz edilir. Fakat assubayların bu eylemleri Türkiye’nin siyasal düzenini değiştirmek için değil, sadece hak ve hukuklarını aramak içindir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasasına göre, “kazanılmış bir hakkın geri alınması” söz konusu olamazdı, olmamalıydı.
Sokaklarda assubay eşlerini gören Türkiye şaşkındır. Kocalarının Askeri Ceza Kanunu nedeniyle açık bir eylem yapamayacağını bilen assubay eşleri, onların yerine hak aramak için sokaklara inmişlerdir. Ellerinde pankartlarla yapılan haksız uygulamaları kamuoyu vicdanına duyurmaya çalışmaktadırlar. Oysa devir Morrison Süleyman devridir. “Yollar yürümekle aşınmaz!”dır ama yürüyene de küskü ayarı verildiği zamanlardır.
Assubay eşleri baharın insan yüreğine tütsülediği aşk ve direniş duygularıyla tüm şehirlerde yürüyüşlere başlamışlardır artık. Malatya’da, Siirt’te, Ankara’da, Konya’da, Eskişehir’de, İstanbul’da, Hadımköy’de, İzmir’de, Diyarbakır’da ve assubayların çoğunlukta olduğu pek çok ilde belki de Cumhuriyet tarihinde ilk defa kadınlar, bu denli kararlı, azimli ve inançlı bir şekilde önlerine yığılan zulüm barikatlarını aşmak için cesurca savaşmaktadırlar. Ankara’ya ve Başbakan Süleyman Demirel’e her şehirden protesto telgrafları yağmaktadır.
Assubaylar ise bu hak hukuk eylemine pasif olarak katılmaktadırlar. Bazı birliklerde pasif direnişler artarak devam etmektedir. Firar suçuna girmeyecek şekilde birkaç günlük işe gitmeme eylemleri yapılır. Sadece nöbetçi ve görevliler kışlalara gider. Bu eylemler bütün kuvvetlerde az çok yankı bulsa da en etkili direniş Hava Kuvvetleri personelinden gelir. Hava Kuvvetleri’nde Uçak Makinistlerinin direnişi nedeniyle uçaklar havalanamaz olur.
Assubay eşlerinin yürüyüşlerinde bazı şehirlerde olaylar çıkar. Assubaylar ve eşleri hiç kimsenin kendilerine sahip çıkmadığı bu Cumhuriyette kime sığınabilir, kime derdini anlatabilirdi ki? Elbette ki, her şehirde bulunan Atatürk Anıtlarına! İstiklal Savaşı’nın lideri ve Cumhuriyetin kurucusu olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya! Şehrin bir yerinde başlayan kadın yürüyüşleri Atatürk Anıtları’na çelenk koyarak sonlandırılacaktır. İşte tüm program budur ama nafile. Verilen katı emirler gereğince polis barikatları kurulur. İzmir’de ve Ankara’da toplum polisleri ile çatışmalar çıkar. Kadınlara zalimce davranılır. Oysa belki de tarihte ilk defa sahaya inen Cumhuriyet Kadını, Atasından aldığı güç ve ilhamla ezilen eşlerinin hak ve onuru adına tüm engellemelere rağmen dimdik yürümektedir. Önüne kurulan egemen barikatlara direnmektedir.
Bazı şehirlerdeki eylemlere yapılan sert müdahaleler nedeniyle, yürüyüşü kenardan seyreden assubaylar da olaylara karışır ve polislerle yapılan çatışmalarda eşlerine destek verir. Medyada yer alan resimlerden, olay anında çekilen fotoğraf karelerinden “Sakıncalı Personel” avına başlanır. İsimler bir bir fişlenir, hesap sorulmaya başlanır. İşte filmin koptuğu sahneler burasıdır. Zalimlerin kırbacı en kısa sürede şaklayacak ve bu assubaylar soluğu askeri mahkemelerde alacak, en ağır şekilde cezalandırılacaktır.
Eylemler artarak sürerken, Milli Savunma Bakanlığı ile Kuvvet Komutanları direnişi önlemek için harekete geçmişlerdir. Sert bir Emirname yayınlayarak, yürüyüşlerin durdurulmasını istemişler ve adeta assubaylara tehditler savurmuşlardır. Çünkü onlara göre, güçlü olan haklıdır.
Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, daha da ileri giderek, yayınladığı bir emirde, Assubayları “karıların arkasına saklanan Mao’nun askerleri gibi” davranmakla itham eder. Hak arayan assubayların yerinin Türk Silahlı Kuvvetleri değil, ancak Mao’nun ordusu olduğu vurgulanır. “Hak arayan Mao’nun ordusuna gitsin!” denir. Bu orduda hakkın dahi statüye, emir-komutaya bağlı olduğu, emeğin ve alın terinin kışlalarda yerinin olmadığı açıklanır.
Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu, TEMAY Genel Başkanı Kemal Kerim Kalkan’a “Assubayların Personel Kanunu’ndan yeteri kadar faydalanacaklarını” bildirir ve “Yürüyüşlerin durdurulmasını” ister. Buna karşılık bazı Havacı Assubaylar, Orgeneral Muhsin Batur’un komutan olduğu bir kuvvette çalışamayacaklarını bildirerek, bağlı oldukları kuvveti değiştirmek isterler. Bu istek nedeniyle cesur havacı assubayların ordudan atılması gündeme gelir. Fakat yapılan direnişler sonucunda kuvvetlerinin ve sınıflarının değiştirilmesine onay verilir.
Komuta kademesi tarafından özlük haklarında bazı iyileştirmeler yapılarak, bir nebze geri adım atılır. Böylece assubaylara “eyleminiz boşa gitmedi, bakın iyileştirme yaptık, daha fazlasını istemeyin, bu size yeter” denir. Rütbe uygulamasından ise taviz verilmez. Bu uygulama 31 Temmuz 1970 tarihinde yürürlüğe girer. Böylece assubayların tarihte ilk kez sokağa döküldüğü eylemler küçük kandırmacalarla sonlanmış olur.
Eylemler sonrasında pek çok assubay ağır bedeller öder. Olaylarda öncü gözüken 73 Uçak Makinist Assubayı rütbe tenzili ile Kara ve Deniz Kuvvetlerine gönderilir. Mahkemeler, hapisler, atılmalar ve rütbe düşürülmeleri (geç terfi) birbirini takip eder. O günden itibaren birilerinin alnında “sakıncalıdır” damgası olacaktır hep. Her gittiği yere önce namı ulaşacaktır. Hep gözetim altında olacak, hep takip edilecektir.
Assubay eylemlerini 2004 yılında Toplumsal Barış Dergisi’nde yazdığı bir makale ile değerlendiren İsmail Onarlı, bu eylemlerin assubaylar için efsaneleşmiş bir hak arayış olduğunu şu sözleriyle vurguluyor:
“1970 ve 1975 Assubay Hareketi; omurgaydı-ilkti doğal olarak ondan çok söz edilecekti. O bir düştü-rüya idi; gerçekleşmeyen, ya da gerçekleştirilemeyen her özlem gibi gelecek hayali-ütopyayı-rüyayı zenginleştirdi; rüya ile birlikte anımsanan bir kuşağı besleyip büyüttü ve bu günlere gelindi.
Ölçüt gerekircilik ve gerçeklik olacaksa bu kuşak, çok daha öznel ve nesnel bir gerçekti; tıpkı sen-ben-o gibi bir insandı; zorlu mücadeleler içinde pişti direndi, baskı ve işkencelere bağrını-göğsünü gerdi. Ve açık söylemek gerekirse çoğundan da yüz-akıyla çıktı. Destan ve mitoloji oldu. Efsane oldu, göğe ağdı-uçtu hep başımızın üstünde dolaştı. Yaşamımızın içinde kaldı ve tarihe bir iz düştü. Efsaneyle rüyayla izi buluşturmak ve gelecek kuşaklara taşımak üzere bir işaret fişeğine bağlayıp ateşlemek günümüz Astsubaylarına düşüyor...”
Sonucu ağza bir parmak bal çalmakla biten bir eylem gibi görünse de Ordunun üst kademesi artık şunu bilecektir:
Türkiye Cumhuriyeti’nin cesur ve kahraman assubayları haksızlıkları bilmektedir. Vatan, millet, bayrak ve cumhuriyet sevdası nedeniyle bıçak kemiğe dayanmadıkça hep sabredecektir. Fakat ırkçılığın, zulmün ve sınıflaşmanın adeta bir yobazlaşmaya döndüğü gün, yani bıçağın kemiğe dayandığı gün gelip çattığında… Tıpkı Kavel işçileri gibi, tıpkı Tekel işçileri gibi güneşe doğru yürüyecektir. Tarih bunu böyle yazmıştır!
Aydın Kulak
--
Görüş, düşünce ve iletileriniz için aşağıdaki haberleşme ağını kullanabilirsiniz
Saygılarımla
http://groups.google.com.tr/group/kotanlartr?hl=tr
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
kaliteli slayt grubu
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin
---
Bu e-postayı Google Grupları'ndaki "pınarslayt" adlı gruba abone olduğunuz için aldınız.
Bu grubun aboneliğinden çıkmak ve bu gruptan artık e-posta almamak için pnarslayt+unsubscribe@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Daha fazla seçenek için, https://groups.google.com/groups/opt_out adresiniz ziyaret edin.