23 Şubat 2011 Çarşamba

(MADENCİYİZTR) CUMHURİYETİN MADEN İŞLEME MEKTEBİ: ETİBANK

TMMOB YAYINI Mühendislik Mimarlık Öyküleri-IV
 
Mahmut KİPER
Metalurji Mühendisi
* Bu öykü Mahmut Kiper’in Artık Paydos (Truva Yayınları, 2009) isimli kitabından
alınmıştır.


Cumhuriyetin Maden İşleme Mektebi: ETİBANK
1935 yılının Haziran ayında gazetelerde şöyle bir haber göze çarpar; “ülkemizin
yeraltı kaynaklarını işletmek ve değerlendirmek üzere, sanayimizin
ihtiyacı olan madenleri, endüstriyel hammaddeleri, enerjiyi üretmek ve
bu işlerin yapılması için gerekli sermayenin toplanacağı her nevi banka
muamelelerini yapmak görevi verilen Etibank kuruldu.”
Bu kitapta yer alan bir çok öyküde belirtildiği gibi, 1. Sanayi Planı Türkiye
kalkınması için dönüm noktalarından biridir. Bu planın hazırlanmasındaki
temel yaklaşım, plan içeriği ve uygulanmasındaki başarı dünyada da pek
çok ülkeye örnek olmuştur. 1. Planın öngördüğü temel stratejilerden biri de,
yabancıların sömürdüğü ülke madenlerinin aranması ve işletilmesinin artık
ülke kurumlarıyla gerçekleştirilmesidir. Bu ana stratejiye bağlı olarak maden
kaynaklarını aramak ve bulmak için Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA),
bulunan kaynakları işlemek ve değerlendirmek için de ETİBANK kurulur.
Cumhuriyetin ilk yöneticileri, Anadolu’nun yeraltı zenginliği kadar, uygarlık
zenginliğini de öne çıkarmayı çok önemsediler. Buna bağlı olarak, tahmin
edileceği gibi Anadolu’nun bereketli topraklarında yaşamış ve madencilikte
yükselmiş Eti Uygarlığından esinlenerek, bu kuruluşa adını Mustafa Kemal
vermiştir. Etibank,1929 Dünya ekonomik buhranının etkisini sürdürdüğü
bir dönemde 14.06.1935 tarihinde 2805 sayılı Kanunla kurulmuştur ve
sanayileşme ülküsünün motoru olan doğal kaynakları işlemek yanında
Sümerbank örneğinde de görüldüğü gibi bankacılık hizmetleri ile işletmelerinin
finansman gereksinimini de karşılaması sağlanmıştır.
Peşpeşe tesisler kuruluyor
1939 yılında Ergani/Elazığ Bakır İşletmesi ve Guleman/Elazığ Krom İşletmesi
kurulur. Etibank ile Sümerbank’ın arasında çok eski dönemlerde Anadolu’da
kurulmuş ve o devirlerde en gelişmiş uygarlıkları yaratan Sümer ve Hitit kavimleriyle
ilişkilendirilmiş isimlerinin Mustafa Kemal tarafından verilmesi
ve kuruluşlarına finansman sağlanması için bankacılık işlemleri de yapmalarına
müsaade edilmesi dışında başka benzerlikler de vardır. Örneğin, her
ikisi de, ülkemiz için önemli bazı işletmeleri ve üretimleri, o alanda belli bir
olgunluğa ulaşınca kurulan çatı yapılara devretmişlerdir.
Bu kapsamda, ETİBANK, demir madenciliği işini 1955 yılında Türkiye Demir
Çelik İşletmeleri’ne, kömür madenciliğini de Türkiye Kömür İşletmeleri’ne

devreder. Asıl görev alanı olan ülke madenlerinin işletilmesi için ise peşpeşe
işletmeler kurmaya başlar.
1957 yılında Üçköprü/Muğla Krom İşletmesi ve Antalya Elektro-metalurji
İşletmesi, 1958 yılında Emet/Kütahya Kolemanit İşletmesi, 1959 yılında
Küre/Kastamonu Bakır İşletmesi, 1960 yılında Halıköy/İzmir Civa İşletmesi,
1964 yılında Bandırma/Balıkesir
Boraks İşletmesi, 1965 yılında Seydişehir/Konya Alüminyum İşletmesi,
1968 yılında Milas/Muğla Boksit İşletmesi, Karadeniz Bakır İşletmeleri ve
Çinko Kurşun Metal Sanayi Fabrikası (ÇİNKUR), 1970 yılında Kırka/Eskişehir
Boraks İşletmesi, 1972 yılında Şarkkromları/Elazığ Ferrokrom İşletmesi ve
Cumaovası/İzmir Perlit İşletmesi,
1974 yılında Beyşehir/Konya Barit İşletmesi ve Mazıdağı/Mardin Fosfat
İşletmesi, 1976 yılında BigadiçBor İşletmesi, 1979 yılında Kestelek/Bursa
Kolemanit İşletmesi, 1980 yılında Gümüşköy/Kütahya Gümüş İşletmesi,
1982 yılında da Kuzey Avrupa piyasasına yönelik pazarlama şirketi olan AB
Etiproducts OY/Finlandiya kurulur.
1983 yılında Türk madencilik sektörünün yabancı sermaye iştirakli ilk ve en
büyük şirketi olan ve Etibank’ın yüzde 45 pay ile ortak olduğu Çayeli Bakır
İşletmeleri A.Ş./Rize, Bakanlar Kurulu Kararı ile, 1984 yılında BatıAvrupa
piyasasına yönelik pazarlama şirketi Etimine SA/Lüksemburg kurulur.
ETİBANK tesisleriyle değişen yerleşimler
İşletmelerin kurulduğu yerlerde önemli değişimler gözlenir. Bölge
için olduğu kadar yöre insanı için de eskisinden daha farklı bir yaşam
filizlenmeye başlar, refah ve kültür seviyesi artar.
ETİBANK işletmeleri bir okul gibidir. O yıllarda, yeni mezun olan mühendislerin,
teknisyenlerin ilk tercihleri bu işletmelerde göreve başlamaktır. Genellikle
birçok ETİBANK işletmesinde görev yapmış usta mühendislerin yanında hızla
çıraklık dönemi atlatılır ve tecrübeler yeni gelenlere aktarılmaya başlanır.
Genellikle işletmelerde kazanılan birikimler, yapılan teknik çalışmalar
kongrelerde, seminerlerde paylaşılarak, uygulama tecrübelerinin kalıcı
olması ve yayılması sağlanır. Merkez bünyedeki planlama, Ar-Ge gibi
birimlerce yapılan çalışmalarla, işletmelerde iyileştirmeler yapılmış ve daha
verimli üretim için yapılması gerekenler konusunda ülkeye önemli ve kalıcı
birikimler sunulmuştur.

Şehir merkezlerinden uzakta, madenlerin, hammaddelerin bulunduğu
yerlerde kurulu işletmeler genellikle 24 saat 3 vardiya çalışmaktadır. Çalışma
koşullarının ve sosyal yaşamın iyileştirilmesi için her türlü çaba gösterilir.
Güzel, konforlu lojmanlar, sosyal tesisler, bilinçli haklarını bilen, hakkı
verilen sendikalı işçiler…..
Özetle, bu kitaptaki pek çok örnekte görüldüğü gibi ETİBANK işletmeleri de
sosyal devletin temsilciliğini büyük bir başarıyla gerçekleştirmiştir. Çalışanlar
büyük oranda o yöreden seçildiği için köylülerden nitelikli işçi ve ülke için
gerekli teknik personel yetiştirilmesinde ETİBANK çok önemli katkılarda
bulunmuştur.
İnsan iktisat için değil, iktisat insan içindir....
Ülkemizdeki maden işletmelerinin incelenmesinde ve planlanmasında
önemli katkılarda bulunmuş meşhur Profesör Kessler insanın önemini ve
çalışanlara nasıl bakılması gerektiğini şu anlamlı sözlerle vurgular; “ aşağı
ücretlerle çalışan, kötü bakılan, kötü yerlerde ikamet eden sıhhatsiz ve gayri
memnun işçilere nazaran, iyi ücret alan, iyi bakılan, iyi şartlar altında ikamet
eden sıhhatli ve memnun işçilerin randımanlarının çok yüksek olduğu
bütün sanayi memleketerinin tecrübeleriyle sabit olmuş bir hakikattir...
Ancak çalışma şartlan, bütün ehemmiyetine rağmen sadece rantabilite
bakımından mütalâa edilmemelidir. Unutmamalıdır ki insan iktisat için
değil, iktisat insan içindir. İçinde çalışan insanları harap eden en kârlı
işletme dahi, insan düşmanı ve cemiyet düşmanıdır.”
ETİBANK’ın kuruluşundan yaklaşık yirmi yıl sonra, 1955’de Hukuk Felsefesi
ve Hukuk Sosyolojisi Doçenti Dr. Hamide TOPÇUOĞLU ‘ETİBANK VE SOSYAL
POLİTİKASI’ isimli çalışmasında Prof. Kessler’in yukarıdaki saptamalarına
atıfta bulunarak ve Osmanlı dönemi şartlarıyla da kıyaslayarak ETİBANK
işletmeleriyle gelen anlayışı ve şartları özetle şöyle aktarıyor;
“Etibank, lalettayin bir müteşebbis değil, örnek teşkil edecek bir iş veren
olmak azminde idi. O, Devletin nâzım ve hami rolünü temsil ederek
sosyal politika sahasında, hattâ bazan iktisadî mülâhazaları ikinci plânda
tutarak ilerlemek, daha doğrusu insan unsuruna önem vermek gerektiğini
biliyordu. Esasen Etibank’ın kuruluş zamanında Devlet, çalışma şartlarının
rantabilite bakımından ehemmiyetini idrak etmiş bulunuyordu.
Etibank, sosyal politika mülâhazalarının, sosyal adalet prensiplerinin Devletçe
benimsendiği bir safhada teşekkül etmiş ve kendisine düşen rolün

memleket sanayiini geliştirmek olduğu kadar, sanayi işçisinin durumunu
da ciddî bir şekilde ıslah etmek olduğunu takdir etmişti .
Hususiyle Etibank’ın iştigal sahasının sıklet merkezini teşkil eden kömür
istihracı sanayiinin merkezindeki Zonguldak Kömür Havzası hakkındaki
kıymetli etüdün yazarı, Hazine-i Hassa devrindeki durumu şöyle hülâsa
eder : “ Hazine-i Hassa zamanında Zonguldak köylüsü maden ocaklarında
tıpkı müstemlekelerdeki amelenin şeraiti hayatiyesi içinde bir orta zaman
ırgadı gibi çalıştırılıyordu. İş saatleri (gün doğumu), (gün batışı) diye hesaplanıyordu.
Amele kulübelerinin yanı başındaki hayvan ahırları sıhhî şeraite
daha uygun yapılmıştı. Hastalanan veya bir maden kazasında yaralanan,
sakatlanan amelenin tedavisi için sıhhî teşkilât mevcut değildi. Bir göçük
veya grizu infilâki neticesinde ölen amelenin ailesine tazminat namiyle bir
şey verilmiyordu. Bu suretle ölen veya sakatlanan amelenin aile ocakları
da birer birer sönüyor, çoluk çocuğu açlık ve sefaletle pençeleşiyordu.
Kazalarda ağır yaralanan amele madencinin veya maden işleten şirketlerin
hamiyetlerine terkediliyordu. Madenci isterse yaralı ameleyi sokağa atıyor,
dilerse de bir hayvan sırtına yükleyerek köyüne gönderiyordu. “
1848 den 1865 yılına kadar devam eden bu Hazine-i Hassa İdaresinin gerek
endüstriye ve gerek sosyal bakımdan gösterdiği zaaf ve aciz karşısında
Osmanlı Devleti Havzanın İdaresini Bahriye Nezaretine vermiş ve meşhur
Dilâver Paşa ’Ereğli Livası Kaymakamı’ ünvaniyla Ereğli’ye gönderilmiştir.
Havza’nın durumundaki vehameti gören bu Osmanlı Devlet adamı, derhal
bir komisyon kurarak kendi zamanı için cidden bir ilerleme sayılabilecek
bir talimatname hazırlamıştır. Ancak uygulamada pek başarı sağlanamamıştır.
Dr. Topçuoğlu çalışmasında, Profesör Kessler’in, eski Fransız maden şirketinin
işçilerine ikametgâh olarak tahsis ettiği yerleri gezdikten sonraki
gözlemlerini şöyle aktarır;
“Gördüklerim, modern bir çiftçinin hayvanlarını bile barındırmaktan utanç
duyacağı penceresi dahi bulunmayan taş odalardı. Hiç bir suretle bu duvar
harabelerine insan ikametgâhı denemez. Anlaşılan bu müteşebbisler,
kendilerine toprak altından kara elmas çıkarmak için çok ağır ve tehlikeli
şartlar altında çalışan kimselere karşı en ufak insanî duyguları bile beslememişlerdir.”

Geçmişte havza amelelerinin durumu
Yazıda yabancı şirketlerin imtiyazlar karşılığı alıp götürdükleri ülke kaynaklarını
çıkarmak için Anadolu insanına verdiği ücretlerle ilgili de şu tesbit
yapılmış; ‘O dönemlerdeki ücret meselesi, görüldüğü üzere, yalnız patron
menfaatine göre tanzim ediliyor ve o zaman bir hayli kâr etmekte olduğu
iddia edilen Havza’da amele çok düşük bir ücretle iktifaya fiilen mecbur
bırakılıyordu. Geçici amele gıda meselesini köyden getirdiği bir çuval mısır
unu ile idare ediyor, diğerleri mahalle bakkallarının insafına göre gıdasını
şuradan buradan temine çalışıyordu.”
Hamide Topçuoğlu’nun çalışmasında devrin Ticaret Vekâleti müsteşarı Zühtü
Beyin, işçilerin durumunun ne denli kötü olduğuna dair gazetelere verdiği
bir beyanat da yer almaktadır. Bu Osmanlı devlet adamı memlekette bir
sosyal kanunun bulunmasına rağmen, uygulamada gördükleri karşısında
şöyle isyan etmektedir; “Dertli milletin amelesi de elbette dertli olur. Havza
amelesi de baştan aşağı hastalıklı ve muzdariptir. Bu zavallı kitlenin dertlerini
nereden başlayıp nerede bitirebileceğini tâyin edemiyorum. Havza’da
amele meselesi ücret meselesi midir, sıhhat ve selâmet meselesi midir,
yoksa daha yüksek bir refahı içtimaiyeye namzet olmak isteyen bir sınıfın
talepleri meselesi midir? Amele işini maalesef böyle kısımlara ayırarak tetkike
lüzum görmüyorum. Çünkü amele hayatında selah emaresi yoktur. Ve âdeta
denilebilir ki sermayedarlarla birlikte şe¬raiti idariye, iktisadiye ve içtimaiye
bir araya gelip ittifak ederek ameleyi kemirmeye karar vermişlerdir.
Amelenin ismen aldığı kabul edilen ve kendi geçindikten sonra baki kalan
para ile ne zayi olan vücut kuvvetini telâfi ettiği ve ne de gününe nazaran
daha fazla çalışmağı temin edecek bir kuvvei zindegî iktisap eylediği iddia
olunamaz. Bu hale göre Havza, madenleri kemiren ve ameleyi emen
kaplanlardan ibarettir ki amele musibet talihi bildiği halde buraya gelir ve
kendini kapana sokar. Yarı ölüm halinde bitap buradan köyüne döner ve
belki ancak orada, oranın havası ve ailesinin mahsul kuvvetiyle kendisine
bir parça huzur ve sükûn yuvası bulur.
Buradaki facia, ücretlerin bazan tedahül etmesinden, hiç verilememesinden
veya muhtelif cezalarla tenkis edilmesinden dolayı filen daha aşağı
miktarlara iner ve bu hale göre Havzada amelelik, boğaz tokluğunun çok
altında, hayatı, bir nevi, bile bile ifna oyununa müncer olur.
Ücret miktarı ile amele şeraiti hayatiyesinin bu nisbetsizliği kâfi facia ise de,

her türlü esbabı ihtiyatiye ve fennî tahaffuz çarelerinin düşünülüp tatbik
edilmemesinden mütevellit büyük küçük kazalar ve bu kazaların muttasıl
teakup ve tevali ettiği nazarı dikkate alınırsa ameleliğin bir faciai iktisadiye
suretinde tesvir edilebilmesi imkân altındadır.
Şöyle hulâsa edebilirim : Amele burada ; zavallı, cılız ve zayıf bir kurbandır.
Amelenin bu halinden kendisi az müşteki; etraf az çok mütehassis. “
Hami işveren ETİBANK
Geçmiş dönemlerdeki uygulamalarda, yabancıların ülke kaynaklarını
yağmalarken, onları çıkaran ülke insanına reva gördüğü şartlara bakınca,
Cumhuriyetle kurulan ve herbiri vatandaşlarının beklentilerinin de üstünde
olanaklar ve gönenç sağlayan, gittiği yöreyi ve yöre insanını baştan başa
değiştiren ‘muassır medeniyete’ ulaşma hedefinin ve sosyal devlet idealinin
başarılı temsilcileri olan işletmelerin ne anlama geldiği ve halk tarafından
neden büyük bir coşku ve heyecanla karşılandıkları ve benimsendikleri
daha iyi anlaşılıyor.
ETİBANK’ın sağladığı diğer bazı sosyal imkanları da Dr. Topçuoğlu bahsedilen
çalışmasında şöyle dile getiriyor; “Etibank’ın kanunî bir mükellefiyet
mahiyetinde olmadığı halde, Banka kendi personelinin çocuklarını tahsilsiz
bırakmamak gayesiyle İşletmeler civarında okullar açmaktadır. Bunlardan
maden kömürü havzasındaki yedi ilk okulun hâlen, bina, öğretmen vesaire
masrafları müessese tarafından ödenmekte ve bunlar özel okullar statüsüne
tâbi bulunmaktadırlar. Diğer işletmelerdeki okullar, mülkiyeti işletmeye ait
olmak üzere, Maarif Vekâletine devredilmişlerdir.
İşletmelerin spor faaliyetine de ehemmiyet verildiği görülmektedir. Meselâ
Ereğli Kömürleri İşletmesi, linyit ve bakır spor kulüpleri, belli başlı spor
kollarında aldıkları derecelerle ekseriya bölgelerini temsil başarısını ihraz
etmişlerdir. Güreş ve millî oyunlara da yer verilmektedir. Bütün işletmeler
yanında sinema vardır. Haftada bir veya iki film işçilere parasız gösterilmektedir.
Bundan başka memur ve işçi lokalleri mevcuttur. Ve nihayet işçi
ailelerinin el ve ev tezgâhlariyle teçhizi suretiyle boş zamanlann faydalı bir
şekilde kıymetlendirilmesine çalışılmaktadır. Fiilî durum itibariyle bütün bu
yardımlar, rakip teşekküllere işçi kaptırmamak endişesiyle izah edilemez.
İtiyadlarına, göreneklerine göre işçi kitlelerinin, çok daha kötü şartlar altında
da ses çıkarmadan, çare aramadan çalışıp gittiklerini onbeş yirmi senelik
mazi kâfi derecede göstermiştir. Evvelce işaret ettiğimiz gibi, hususiyle

kömür madende, kâr meselesi de bahis konusu değildir. O halde bütün bu
olanakları bize, Etibank’ın, hami bir iş veren durumunda olduğunu, devletin
koruyucu rolünü temsil ettiğini açıkça göstermektedir. Esasen ruhî faktörlerin
ehemmiyeti bugün bütün dünyaca kabul edildiği için, işçiyi maddeten
olduğu gibi manen de beslemek, yetiştirmek icabetmektedir.’’
‘Ümmilik bertaraf edilmeden demokrasi de, hakiki siyaset de
olamaz!’
Verimliliği artırmak amaçlı uygulamalardan olarak 1980’lerde dünya gündemine
gelen Toplam Kalite gibi uygulamaları biliriz.Benzer uygulamaların
hem de salt işletme verimliliği gibi tektaraflı değil, tersine ülke insanının
yaşam kalitesini artırmak ilk hedefiyle 1930’larda ülkemizde uygulanması
bir yönüyle gurur veriyor. Ama, bu sürecin ülkenin elinde avucunda birşey
yokken başarılıp, uygulama tecrübeleriyle ve kazanımlarla gelişecegine,
bugün her
bakımdan geriye gidişi ise oldukca üzücü ve düşündürücü. Kuşkusuz
nedenleri çok yönlü tartışılmalı. Profesör Kessler’in bu tartışmalara ışık
tutacak çok çarpıcı ve önemli bazı tesbitlerini çalışmasında Dr. Topçuoğlu
şöyle dile getiriyor; “Havza’da amelenin boş vaktini nasıl geçirdiğini merak
eden Profesör Kessler, okuma suretiyle yahut müzik dinlemekle vakit
geçirmenin mutad olmayışına hayretler etmiş ve “ bir çok kereler ziyaret
ettiğim Almanya, Polonya ve Hollanda’daki maden havzalarında işçilerin
serbest zamanlarını bu kadar boş geçirdiklerini görmedim “ diye bu hayretin
sebebini izaha çalışmıştır. Bu, işçilerin kültür seviyesiyle, daha doğrusu
memleket çapında bir mesele ile alâkadardır. Profesör ihtiyarî
mahiyette olan okuma yazma derslerinin mecburî kılınmasını tavsiye ederek
ümmilik tamamiyle bertaraf edilmeden hakikî sendikacılık ve hakikî siyaset
hayatı mümkün olamaz. Okuma yazma bilmiyenlerle demokrasi de olmaz.
İşletme idaresi kendi mıntakası dahilinde ümmiliği tamamiyle tasfiye edebilirse
bütün Türkiye’ye çok öğünülecek bir nümune teşkil edebilir “ demiştir.
Hulâsa, gerek kollektif mukaveleler safhasına geçilmesi, gerek işçi evlerinin
tamamlanması, gerek reeducation meselesinin düzenlenmesi ve bilhassa
işçinin kitle halinde ümmilikten kurtarılması hususlarında Etibank’ın müsmir
faaliyetlerine devam edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra
da zikredilen hususlarda memleketimizin sosyal politika meselelerinin öncüsü
olarak kalacağını ümit etmememiz için hiç bir sebep yoktur.’

Bu ülke tesisleri kapatılırken ya da satılırken neler kaybedildiğini, neler yitirildiğini
ya da bu tesislerin belki de neden yok edildiğini anlayabilmek için
yukarıdaki tesbitleri iyi analiz etmeliyiz.
Sona Doğru
Evet, bildik süreçler tekrarlanır ve yukarıda peşpeşe kuruluşları sayılan tesisler
yerine, peşpeşe yokedilen tesisler gündeme gelir.
1993 yılında, Karadeniz Bakır İşletmesi A.Ş., Çinkur A.Ş. ve Etibank Bankacılık
A.O. Etibank bünyesinden ayrılarak Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığına
devredilir. 1994 yılında, Ergani Bakır, Keçiborlu Kükürt, Halıköy Civa,
Mazıdağı Fosfat İşletmeleri kapatılır. 1998 yılında özelleştirme işlemlerini
kolaylaştırmak için her bir işletme bağlı ortaklık statüsünde ayrı birer AŞ.
haline getirilir ve bundan sonra Özelleştirme İdaresi’ne devir furyası hızla
sürer. 2000 yılında Eti Bakır, Eti Krom, Eti Elektrometalurji ve Eti Gümüş
A.Ş., 2003 yılında ise Eti Alüminyum A.Ş. ve Çayeli Bakır İşletmeleri’ndeki
hisseler Özelleştirme İdaresi’ne devredilir.
ETİANK’ın ismi de Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü olarak değiştirilerek
elinde kalan tek yapı olarak Eti Bor A.Ş.nin bağlı ortaklık ve Genel Müdürlük
statüsü kaldırılır ve Bandırma Bor ve Asit Fabrikaları İşletme Müdürlüğü, Bigadiç
Bor işletme Müdürlüğü, Emet Bor İşletme Müdürlüğü, Kırka Bor İşletme
Müdürlüğü ve Kestelek Bor İşletme Müdürlüğü olarak yeniden düzenlenir.
Diğer bir deyişle sadece Bor İşletmeleri elinde bırakılır. Şimdilik....
ETİBANK Bandırma İşletmesi

Cumhuriyetin kıt kanaat yarattığı birikimlerle ilk sanayi planı uyarınca
1930’ların ortalarında çok doğru bir öngörü ile kurulan; yeraltı kaynaklarını
araştırmak için Maden Tetkik Arama (MTA), bu kaynakları işlemek için
de ETİBANK ikilisinin en önemli ve büyük ürünlerinden biri de Seydişehir
Aluminyum tesisleridir. Bu ikilinin uyumuna güzel bir örnek olan tesisin
doğuşunu eski Genel Müdürlerinden Dr. Erdemir Karakaş TMMOB’nin Mühendislik-
Mimarlık Öyküleri-II kitabında şöyle anlatır;
‘.. Ülkemizdeki pek çok maden işletmesinin ve sanayi tesisinin olduğu gibi
ETİBANK Seydişehir Alüminyum Tesislerinin kuruluşunda da ilk adımı atan
ve önemli rol oynayan kuruluş o zamanki adıyla Maden Tetkik ve Arama
Enstitüsü ( M.T.A. )dür. Yirminci yüzyılın başlarından itibaren hafifliği, korozyona
karşı mukavemeti, çok çeşitli metallerle yaptığı değişik alaşımlarının
çok çeşitli üretim alanında kullanılabilmesi nedeniyle giderek önem kazanan
alüminyumun ham maddesi olan Boksit’in aranması ve rezervlerinin tesbiti
ellili yıllardan itibaren M.T.A.‘nın faaliyet planlamalarında ağırlık kazanmaya
başladı.Toros’ların çeşitli bölgelerinde boksit ve diasporit oluşumlarına rastlanıyordu.
Ancak ekonomik olarak işletilebilir miktarlarda rezervlerin tesbit
edilmesi için M.T.A, jeolog ve maden mühendislerinden oluşan güçlü ekiplerle
yoğun bir arama faaliyeti gerçekleştirdi. Bu gayretlerin sonucu olarak,
altmışlı yılların başında Seydişehir’in yirmibeş kilometre kuzeyinde, Keçili
köyü – eski adı Elmasut - yakınlarında Mortaş ve Doğankuzu boksit yatakları
tesbit edildi. Alüminyum hammaddesinin, boksit cevherinin bulunması
M.T.A. için büyük bir başarı, Ülke ekonomisi için önemli bir olaydı.’
ETİBANK Seydişehir Aluminyum İşletmelerinin Eski Misafirhane
Yemek Salonunda Sovyet konuklar ağırlaniyor

Ve, ardından ETİBANK’ın bünyesinde kurulan bu tesisin de bulunduğu
bölgeyi nasıl değiştirdiğini gene Dr. Karakaş’tan dinleyelim;
‘Kırk yılı aşkın bir süredenberi bu iki sözcük: Seydişehir ve Alüminyum,
biribirini bütünledi, biri diğerini çağrıştırdı ve birlikte anıldı. Orta Anadolu’nun
Toroslara dayandığı ücra köşesindeki bu küçük, sade, sessiz kasaba,
kırk yıl önce bağrındaki boksit cevherini bu ülkenin hizmetine sunarak
alüminyumun doğuşunu sağladı. Buna karşılık alüminyum, bu sevimli Toros
kasabasına hayat verdi, ellibini aşkın nüfuslu bir sanayi şehrinin oluşumunu
gerçekleştirdi.’
ETİBANK Seydişehir Aluminyum İşletmeleri’nden Genel Bir Görünüm
Kapatılan işletmeler suskun, yöre halkı yetim....
ETİBANK’ın tesislerinin bölge için ne anlam ifade ettiğini, tesisler kapanırken
neleri de kaybettiğimizi Yaşar Seyman 2005 Nisan’ında Birgün Gazetesi’ndeki
bir köşe yazısında şöyle anlatıyor; ‘Sıcak bir yaz günü Mardin
toprakları güneşin ateşiyle kavruluyor, Güneydoğu gezimiz Mardin ve ilçeleri
ile sürüyordu. Mazıdağı, her tarafı “Berroje Mala” yani bir dağlar beldesi
ve bölgenin yaylası. Mazıdağı merkezine girmeden önce gördüğüm tesise
sevincimi anlatılanlar gölgedi. 1974 yılında kurulan Etibank Fosfat İşletmeleri,
1994 yılında üretimi durdurulduğu için suskun ve öksüz, Mazıdağı halkı ise
yetim kalmıştı...
Oysa, 1974 yılında kurulan Etibank Fosfat İşletmeleri ilçe merkezindeki
yaşama renklilik, işsizliğin azalmasına ve ekonomisine canlılık katmış. O
yıllarda hamam, sinema, tiyatro, kütüphane, şortla gezen insanların varlığı
bile Mazıdağı halkının bugün övünçle anlattığı sosyal yaşama özlemin öteki
adıydı. Bugün o kurumlardan ve anlatılan yaşamdan eser yoktu. O yıllarda
ilçenin genç kaymakamı, kız çocuklarının okula gönderilmesi için başlattığı
çalışmaları bizlere anlatıyordu. O geziden dört yıl sonra Mazıdağı halkının
genç bir kadını Belediye başkanı seçtiğini gazetelerden okudum. Bu değişime
inanılmaz sevindim. O yörelerdeki genç kızların yaşam fotoğrafları
artık değişiyordu.”
ETİBANK’ın verdiği bir diğer hizmet türü de bankacılık oldu. Madencilik
kredilerinin dışında, çimento, iplik, seramik, kağıt ve otomobil fabrikalarının
kurulmasına, kara ve deniz taşımacılık filolarının oluşmasına da öncülük etti
ve ticari bankacılık yanında yatırım bankacılığına da katkıda bulundu.
1955 yılında bankacılık sektöründe faaliyete başlayan Etibank’ın bankacılık
çalışmaları, 1958 yılında açılan İskenderun ve Pangaltı şubeleriyle daha
aktif hale geldi. 1957 yılı sonunda şube sayısı 5 iken 1995 yılı sonu itibariyle
toplam şube sayısı 130’a ulaştı. Devlet tarafından 1989 tarihinde Etibank’ın
bankacılık bölümünün işletmeler bölümünden ayrılarak anonim şirket haline
dönüştürülmesi kararının 1993 yılında işlerlik kazanması sonrasında, 1998
yılında bankacılık kısmı özelleştirildi. Ve daha sonra bildik süreçler ardından
önce fona devredildi, sonra da ülke sanayi ve ekonomisi için çok önemli
hizmetlerde bulunmuş bu yapıda yok oldu gitti.
Belli bir yaşta olanlar hatırlar, radyoda bir zamanlar şöyle bir reklam duyardık;
“ETİBANK : Madencilik, Metalurji, Bankacılık”. ETİBANK’ın logosunda bulunan
3 daire, faaliyet gösterilen bu üç alanı temsil ederdi. Birbiriyle çok iyi entegre
edilmiş bu faaliyetler, ülkemizin MTA, Enerji İşleri Etüd İdaresi (EİEİ) gibi
diğer kuruluşlarla büyük bir işbirliği ve uyum içinde uzun yıllar sürdürüldü,
ülkemizin altyapıları, mühendislik birikimleri böyle oluşturuldu.
Bugün ülkemizin pek çok tesisinde, kurumunda ETİBANK mektebinde
yetişmiş mühendisleri, uzmanları görmek mümkündür.
Onlar, o günlerini mutlulukla anarlar, yetiştikleri kuruma
minnet duyarlar. Bu satırların yazarı da bunlardan biridir.
 
TMMOB YAYINI Mühendislik Mimarlık Öyküleri-IV

--
www.madenilan.com (Aracısız ve ücretsiz madencilik ilan portalı)
Grubun sahibiyle iletişim:Maden Yük.Müh. Abdullah AKÖZEL. aakozel@gmail.com 0506 427 42 22
Bu mesajı Google Grupları "MADENCİYİZTR" grubu.na üye olduğunuzdan aldınız.
Bu gruba posta göndermek için , mail atın : madenciyiztr@googlegroups.com
Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin:
madenciyiztr+unsubscribe@googlegroups.com
Daha fazla seçenek için,
http://groups.google.com.tr/group/madenciyiztr?hl=tr adresinde bu grubu
ziyaret ediniz.