"Rabbimden Söze dayalı apaçık deliller/kanıtlar/belgeler/açık-seçik ayetler gelince, sizin Allah'a ortak ederek taptıklarınıza tapmam/ibadet etmem bana yasaklandı/Allah yerine/Allah dışındaki yalvardıklarınıza tapınmaktan/kulluk etmekten kesinlikle men edildim.
Ve bana evrenlerin Rabbi/eğiteni olan Allah'a teslim olmam buyuruldu."
(MÜ'MİN, 66)
"Allah'ın ayetlerine karşı/Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler/Allah'ın öğretileri üzerinde tartışanlar gerçeği nasıl da görmezden geliyorlar/(gerçekten) uzaklaşıyorlar/kandırılıyorlar?
Onlar Kitabı ve elçilerimiz yoluyla gönderdiğimiz mesajı yalanladılar/resullerimiz aracılığıyla gönderdiğimizi yalanlayanlar yakında bilecekler/ileride yanıldıklarını görecekler/(gerçeği) anlayacaklar."
(MÜ'MİN, 69, 70)
"Ayetleri yalanlayan ortak koşuculara şöyle denir:
"Nerde ortak koştuklarınız?
Allah'tan başkasına taptıklarınız/Allah'a koştuğunuz ortaklar nerede?"
Ortak koşucular:
"Onlar bizi terk ettiler.
Meğer biz daha önce boş şeylerden yardım istiyormuşuz" derler.
Allah, sapıklıkta direnen inkârcıları işte böyle saptırır.
Çünkü siz yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayıp şımarıyordunuz.
Sürekli kalmak üzere cehennemin kapılarından giriniz.
Kibirlenenlerin/büyüklük taslayanların yeri ne de kötüdür.
(MÜ'MİN, 73, 74, 75, 76)
"Ey Muhammed!
Ortak koşucuların yalanlamalarına karşı sen azimle mücadelene devam et/dayan/sabret/güçlüklere göğüs ger.
Allah'ın sözü gerçektir."
(MÜ'MİN, 77)
"Ey Muhammed!
Senden önce göndermiş bulunduğumuz elçilerin bir kısmının mücadelesinden sana söz ettik, bir kısmını da sana anlatmadık.
Hiçbir elçi Allah'ın izni olmadan, kendiliğinden bir ayet/mucize getiremez.
Allah'ın buyruğu/emri gelince de gerçeğin tâ kendisi gelmiş olur/hak ve adaletle yargılanır/yerine getirilir.
Kof iddialara bel bağlayanlar/gerçeği yalanlayanlar/(anlayamadıkları şeyleri) geçersiz/(gerçeği) hükümsüz kılmaya çalışanlar hüsrana uğrayacaklardır/boşa uğraşanlar zarar ederler."
(MÜ'MİN, 78)
"Allah size ayetlerini/delillerini gösteriyor/işte böyle önünüze seriyor.
Şimdi Allah'ın gösterdiği bu delillerinin/ayetlerinin hangisini inkâr edebilirsiniz?"
(MÜ'MİN, 81)
"Elçilerimiz apaçık kanıtlarla/açık belgelerle kendilerine vardıklarında/resullerimiz onlara açık-seçik mesajlar getirdiklerinde, bilgiçlik taslayarak elçilerin getirdiklerini küçümsediler/kendilerinde olan bilgiye (aşırı bir biçimde güvendikleri için) şımarmışlar ve (kendilerine gelen kanıtları alay konusu yapmışlardı)/onlar yanlarındaki bilgiyle sevinip övündüler/alay edip durdular.
Ama küçümsedikleri şey kendilerini çepeçevre sarıverdi/sonunda alay konusu yaptıkları kendilerini çepeçevre kuşatıvermişti."
(MÜ'MİN, 83)
"Hâ, Mîm.
Kur'an, esirgeyen/çok seven ve bağışlayan/çok müşfik olan/acıyan/sevgi ve merhameti sonsuz olan Allah tarafından indirilmiştir.
Dili Arapça olarak bilinen bir topluma, anlamaları için, Arapça bir Kur'an olarak ayetleri/belgeleri açıklanmış/ayrıntılanmış/bilinçlenmek isteyen bir halk için ayetleri apaçık açıklanmış bir Kitap'tır.
Bir müjdeci/hem müjdeci/müjdeleyici ve bir uyarıcıdır/hem uyarıcıdır.
Gel gör ki çoğu burun kıvırıyor ve duymuyor/ortak koşucu Araplardan çoğu onu reddettiler, duymazdan geldiler/(onu) dinlememek için (ondan) yüz çevirmektedirler.
Şöyle diyorlar:
"Kalplerimiz bizi çağırdığın şeye karşı kapalıdır.
Kulaklarımızda da sağırlık var ve seninle aramıza bir perde çekilmiştir.
İstediğini yap, biz bildiğimizi okumaya devam edeceğiz."
Söyle onlara:
"Ben sadece sizin gibi bir insanım.
Bana tanrınızın tek Tanrı olduğu vahyolunuyor/bildiriliyor.
O'nun yolunda dosdoğru yürüyün/O'na yönelin ve O'ndan af dileyin.
Ortak koşucu düşüncelerden arınmayanların/ortak koşanların, öte dünyayı inkâr edenlerin vay haline!"
(FUSSİLET, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7)
"Ortak koşucu inkârcılar, "Bu Kur'an okunurken yaygara koparın/anlatılırken dinlemeyin, hatta tahrik edici/dinlenmesini engellemek için gürültü çıkarın, böylece başkalarının anlamalarını engellemiş olursunuz/ancak böyle etkisiz hale getirebilirsiniz" dediler/inkâr edenler (birbirlerine): "Bu Kur'an'ı dinlemeyelim; okunurken de dinlenmesini engellemek için de gürültü yapalım!" demektedirler.
Ayetlerimizi/ilkelerimizi yok saymalarına/bile bile inkâr etmelerine karşılık cehennem yurdu/sürekli kalış yeri onları bekliyor."
(FUSSİLET, 26, 28)
"Rabbimiz Allah'tır!" dedikten sonra, dosdoğru yolu izleyenlerin ölümleri anında melekler yanlarına gelirler "Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin!" derler."
(FUSSİLET, 30)
"Ayetlerimizi yok sayanlar/anlamını tahrif etmeye kalkışanlar/çarpıtıp saptıranlar/öğretilerimizde yanlış yorumlarda bulunanlar/ayetlerimiz hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar, Bizden kaçamazlar/Bizden gizli değillerdir.
Şu halde ateşe atılmış olmak mı iyi, yoksa kıyamet gününde güven içinde olmak mı?
Düşünün ve tercihinizi yapın çünkü Allah her ne yaparsanız görüyor."
(FUSSİLET, 40)
"Kendilerine Kur'an mesajı/Zikir/hatırlatma/uyarıcı ulaştıktan sonra, onu inkâr edenler bilsin ki, o eşsiz yücelikte/değerli bir Kitap'tır.
Geçmişte ve gelecekte Kur'an'ı çürütecek hiçbir şey yoktur/ona ne önünden, ne ardından bâtıl yaklaşamaz.
Çünkü Kur'an, bilge ve her türlü övgüye/övülmeye layık olan/çok övülen/yüce bir bilgelik kaynağından/Allah tarafından indirilmektedir/indirilmiş bir Vahiydir.
Ey Muhammed!
Sana önceki çağlarda yaşamış Peygamberlere söylenenden başkası söylenmiyor/senin için söylenenler, senden önceki elçiler için söylenenlerin aynısıdır."
(FUSSİLET, 41, 42, 43)
"Eğer, Biz Kur'an'ı Arapçadan başka bir dilde indirseydik/onu yabancı dilde bir Kur'an yapsaydık/Kur'an'ı, yabancı bir dil ile ortaya koysaydık, ortak koşucu Araplar: "Onun ayetleri/öğretileri ayrıntılı açıklanmalı değil miydi/keşke ayetleri anlaşılır olsaydı/Arab'a yabancı dilde bir Kitap olur mu/hiçbir şey anlamıyoruz, neden Arapça değil/başka bir dilde (bir Kitap) ve Arap bir (elçi) öyle mi?" diyeceklerdi.
İster yabancı dil olsun, ister Arapça olsun, o Kur'an, inanmak isteyenlere bir rehber/yol göstergesi/bir kılavuz, bir şifadır/doğruluk göstergesi ve gönüllerine bir şifadır/şifa (kaynağıdır)/sorunları için bir çözüm kaynağıdır.
Arapça olmasına rağmen, inanmayan Araplar, sanki uzak bir yerden bağırılıyor da, ne söylendiğini anlamıyorlar/kulaklarında bir sağırlık olduğu için kapalı ve anlaşılmaz geliyor/(onların kalpleri) bu Kur'an'a kapalıdır/onu uzaklardan gelen ses gibi algılıyorlar/Kur'an onlar için bir körlüktür.
Böylelerine çok uzak bir mekândan seslenilmektedir."
(FUSSİLET, 44)
"Gerçekten ortak koşucular Kur'an'dan çok derin/endişeye düşüren bir kuşku içindedirler."
(FUSSİLET, 45)
"Ey Muhammed!
Kur'an'ı inkâr eden ortak koşuculara de ki/söyle onlara:
"Ya o Kur'an Allah'tan/gerçekten Allah katından idiyse ve siz de onu yalanlamış iseniz/inkâr ediyorsanız/üstünü örttünüzse, buna karşı kesin bir tavır alandan/derin bir ayrılıkta bulunan kimseden daha sapık/o dönüşü olmayan kopukluğa düşenden sapkın kim olabilir/ne duruma düşeceğinizi hiç düşündünüz mü?
Kur'an'ın gerçek/hak olduğu insanlara apaçık/ayan-beyan oluncaya kadar/açık bir biçimde anlamalarına dek/Gerçeği belirleyip anlamalarına kadar, varlığımızın belgelerini/delillerimizi onlara hem kendi öz benliklerinde, hem de dış dünyada/(uçsuz bucaksız) ufuklarda göstereceğiz/birgün onlara hem evrenin engin ufuklarında hem de kendi vicdanlarının derinliklerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki sonunda onun, gerçeğin tâ kendisi olduğu ayan beyan belli olacak."
(FUSSİLET, 52, 53)
"Hâ, Mîm, A'yn, Sîn, Kâf.
Ey Muhammed!
Üstün ve bilge olan Allah, sana ve senden önceki elçilere işte böyle vahyeder/çok güçlü, çok bilge olan Allah, senden öncekilere (nasıl vahyetmiş ise) aynı şekilde sana da vahyetmektedir/ulu olan, bilge olan Allah, sana da senden öncekilere de şöylece vahyeder:
"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da O'nundur/hepsini Allah yarattı.
O yücelerin yücesidir.
Çok azametli olandır."
(ŞÛRA, 1, 2, 3)
"Biz, sana Kur'an'ı Arapça olarak vahyettik ki, ana kent ve dışındaki Arapları, gelmesinde asla kuşku olmayan, insanların bir kısmının cennette, bir kısmının ise çılgın alevli cehennemde olacakları toplanma gününe karşı uyarman için/sana Arapça bir Kur'an vahyettik."
(ŞÛRA, 7)
"Allah, uyarılara inananları rahmetine kavuşturur/O, dileyeni nimetine kavuşturur.
İnkârcı nankörlerin ise, ne bir dostu, ne de bir yardımcısı olmayacaktır."
(ŞÛRA, 8)
"Bu mesajın herhangi bir yerinde anlaşmazlığa düşerseniz/herhangi bir şey hakkında ayrılığa düştüğünüzde, o hüküm Allah'a bırakılır/karar Allah'a aittir."
(ŞÛRA, 10)
"Ey Muhammed!
Daha önce Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya öğütlediğimiz dinin aynısını/dinden, Nuh'a önerdiğini, sana vahyettiğini/bildirdiğini, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi/hayat veren yolu, şimdi de sana vahyediyoruz/bildiriyoruz/size kanun yaptı.
Onu, sizin için ilke haline şöyle getirdik:
"Dini dosdoğru uygulayın/dosdoğru tutun, rivayetler uydurarak onda ayrılığa düşmeyin/bölünüp fırkalara ayrılmayın."
Fakat kendilerini çağırdığın bu ilke/bu (din), ortak koşanlara/şirke bulaşanlara çok ağır gelmektedir.
Allah, bu hayat veren yola lâyık gördüğünü/dilediği kimseyi seçer/seçecek ve Kendisine içtenlikle yöneleni de dosdoğru yola ulaştırır/doğru yolda yürütecektir/hakka yönelenleri Kendisine iletir."
(ŞÛRA, 13)
"Kendilerine Kitap verilenlerin, bilgi/bilimsel gerçekler/ilim geldikten sonra ayrılığa düşmeleri/fırkalara bölünmeleri, sadece aralarındaki çekememezlik/kin/kıskançlık ve düşmanlık/çekişmeden/azgınlıktan dolayıdır.
Ortak koşanlardan sonra Kitaba mirasçı olanlar da/kendilerinden sonra Kitaba mirasçı kılınanlar da, Kur'an'a çok derin kuşku içinde bakmaktalar/iflâh olmaz bir şüphe içindedirler."
(ŞÛRA, 14)
"Ey Muhammed!
Sen Çağrı'na devam et/Çağrı'nı sürdür/Çağrı'da bulun ve kendin o ilkeyi/dini dosdoğru uygula/emrolunduğun gibi/sana buyurulduğu gibi dosdoğru yürü/dosdoğru ol!
Ortak koşanların boş arzularına/heva ve heveslerine sakın uyma ve şöyle de:
"Ben, Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım/Allah'ın bana indirdiği Kitab'ı tebliğ etmem ve aranızda adaletle davranmakla emrolundum/aranızda adaleti gerçekleştirmem buyurulmuştur."
Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir.
Elçinin bildirdiği Çağrı'dan sonra, hâlâ, Allah'ın buyrukları hakkında tartışanların kanıtları/delilleri, Rableri yanında geçersizdir.
O Allah ki, Kitabı/buyruklarını ve adalet ölçüsünü gerçek/hak olarak indirmiştir/Gerçeğin tâ kendisine dair Kitap ve mizanı indiren o Allah'tır/Gerçeğe göre/Gerçeğe ilişkin Kitab'ı ve adalet ölçüsünü indiren Allah'tır.
Ne bileceksin belki de kıyamet saati çok yakındır."
(ŞÛRA, 15, 16, 17)
"Yoksa Allah'ın dininde olmadığı halde/din konusunda Allah'ın izin vermediği şeyleri, onlar için, dini şeriatlar/kurallar koyan/kendileri için yasallaştıran/kendilerine yükümlü kılan ortakları mı var?
Allah'ın dinini karartanların/gizleyenlerin, yaptıkları bu yanlışlar tepelerine inerken, haksızlık edenlerin korkudan titreştiklerini görürsün."
(ŞÛRA, 21, 22)
"Allah inanan ve yararlı/iyi, güzel işler işleyen kullarını bununla müjdeler.
Ben sizden tebliğ ettiklerim karşılığında bir ücret/sevgiden başka bir karşılık istemiyorum/sadece birbirinize sevgiyle yaklaşmanızı istiyorum.
Ortak koşucular: "Muhammed Allah hakkında/Allah'a karşı yalan uydurdu/yalan düzüp Allah'a iftira etti" mi diyorlar?
Allah dilerse senin kalbini mühürler.
Allah sahte olanı/bâtılı/yalanı yok eder ve Kelimeleriyle/Sözleriyle gerçeğin tâ kendisini ortaya çıkarır/gerçeği yerleştirir/hakkı/gerçeği Kendi sözleriyle gerçekleştirir."
(ŞÛRA, 23, 24)
"Bunda, kuşkusuz, gereğince sabreden, çok şükreden/dayanan/güçlüklere göğüs geren/çaba gösteren, elde ettiğinin karşılığında teşekkür eden kişi için ibretler/belgeler vardır."
(ŞÛRA, 33)
"Ayetlerimiz/belgelerimiz hakkında tartışanlar/mücadele edenler, şunu iyi bilsinler ki, kendileri için kaçacak bir yer yoktur."
(ŞÛRA, 35)
"Onlar ki Rablerinin çağrısına karşılık verirler/Rablerinin dâvetini kabul ederler yani o Vahyi hayatlarına hâkim kılarlar/dini dosdoğru uygularlar ve onlar işleri kendi aralarında şûra/danışma ile olanlar/tartışarak çözenler/birbirlerine danışarak (çözüme kavuşturanlar) ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan yoksullara pay ayıranlardır."
(ŞÛRA, 38)
(Devamı var)