12 Aralık 2011 16:07
TAĞUT
“Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.” (Mustafa Kemal Atatürk)
“O halde kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara/256)
Burada tağut; “Azgın, sapkın, imansız, ilah gibi saygı gören, zalim, baskıcı, şeytani rejim ve yönetici” anlamlarında kullanılmaktadır.
İşte Kurtuluş Savaşı; bu tağutlara karşı yapılmış bir savaştır. Mustafa Kemal; İstanbul Hükümetinin icraatlarına ortak olmayı kendine yedirememiş ve Anadolu’yu top yekûn bir başkaldırıya hazırlamak için Samsun’a çıkmıştır. Anadolu halkı da Mustafa Kemal’e destek olmuş ve emperyalist tağutlara geçit vermemiştir.
O dönem İstanbul Hükümeti ve mandacılar tarafından ilah gibi saygı gören, zalim, şeytana bile pabucunu ters giydirecek entrikaları politika olarak kullanan emperyalist ülkelerin başında; İngiltere, Amerika, Fransa ve onların maşası Yunanistan vardır. İstanbul Hükümeti, bu tağutlar; Anadolu’yu istila ettikleri, yakıp yıktıkları halde emperyalist Batının, Osmanlı için en iyisini istediğine, Osmanlıdan daha ilerde olduğuna, bu istek ve emirlere boyun eğerlerse kendileri için daha hayırlı olacağına inanmıştır.
Mustafa Kemal, işte bu emperyalist tağutlara ve onlara boyun eğenlere, ilah gibi görenlere, koşulsuz şartsız itaat edenlere karşı Türk milleti ile birlikte giriştiği savaşta başarı sağlamış ve emperyalistleri Lozan Antlaşmasında masaya oturmaya, işbirlikçi uşaklarını da ülkeyi terk etmeye mecbur etmiştir.
Lozan bizim için bir zaferdir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve emperyalist ülkelerce tanınma anlaşmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte tüm Türklerin; İngiliz ve Amerikalıların çirkin politikalarını normal karşılayan, Sevr’i kabul eden, kurtuluşu onlarda gören Halifenin icraatına tahammül etmemelerinin kesin neticesidir.
Milletiyle beraber başkaldıran ve tağuta değil; kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpla Allah’a sarılan Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde, ne yazık ki bugün gene Osmanlının son dönemlerindeki manda zihniyetine bürünmüş kişiler cirit atmaktadır.
Kimisi Avrupa Birliğinin, kimisi Amerika’nın mandasını övmekte, Türkiye’nin tek başına ayakta durabilecek kabiliyete sahip olmadığını, kendi kendini yönetecek yasaları dahi yapamayacağını ileri sürmektedir. Onlara göre “Türkler kendilerini yönetemez” Bu yüzden Batının bize ne yapmamız gerektiğini söylemesi gerekmektedir. Örnek mi istiyorsunuz? O kadar çok var ki…..
Bakınız yaşadığımız ekonomik krizde isimlerinin başına Prof. Dr. unvanları almış yüze yakın ekonomistten biri dahi çıkıp milli bir ekonomik model üretememekte, bunun yerine; Batının dayattığı şartları kabul etmemiz gerektiğini söylemektedir. İşin kötüsü bu istekte bulunurken yüzleri bile kızarmamakta, doktoralarını yırtıp atmaları gerektiğini görmemekte, kırk yıllık ekonomistler olarak; eldeki milli servetlerle milli çıkarlar doğrultusunda bir program sunamamanın utancını dahi yaşamamaktadırlar. Oysa Mustafa Kemal Türkiye’si bugün yaşadığımız krizin aynısı olan 1929 dünya buhranını; kendi ekonomistlerinin hazırladığı “Kalkınma Planları” ile ve Batının dayattığı programlar olmaksızın; bütçe açığı vermeden, sanayi üretim artışını %96 arttırarak, üstelik Osmanlının da borçlarını ödeyerek atlatmıştı.
Mustafa Kemal’in ve ekonomi kurmaylarının bu başarısını tekrarlayabilen -her ne kadar siyasi görüşünü benimsemesem de- tek kişi oldu. O da Necmettin Erbakan. Bugün ne yazık ki onun öğrencileri ekonomi konusunda tam bir başarısızlık örneği sergilemektedir. Türkiye Cumhuriyetinin 78 yılda yaptığı, üretim ve sanayi adına ortaya koyduğu ne varsa 10 yılda satıldığı halde; cari açık rekor kırmış, ülkemiz; üretmeden tüketen, “Batıya fason çalışan” bir ülke haline getirilmiştir.
Hatırlarsınız AKP’nin kapatma davası sürecinde Türkiye Cumhuriyeti; Anayasa Mahkemesi üyeleri kendi başlarına karar verme yeteneğine sahip değilmiş, Türkiye Cumhuriyeti bir partinin siyasi hayatına devam edip etmeyeceğine kendi karar veremezmiş gibi AKP’li 8 milletvekili tarafından; Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine şikâyet edildi. Yani AKP’li bu 8 milletvekili; “Biz kendi kararlarımızı hukuk normları içerisinde vermekten aciz bir ülkeyiz. Bize bu konuda ikazlarda bulunun” dedi. Türkiye Cumhuriyetine ve hukukun üstünlüğüne inanmak yerine; tağut Batı ile işbirliğini derinleştirmeyi, onların desteğini almayı siyasi yaşamlarında onlara minnet duymayı tercih etti.
Peki ya AKP’li Burhan Kuzu ve arkadaşlarının geçtiğimiz yıllarda hazırladığı; genel çerçevesi Avrupa Birliğinin –sözde- birliğe üye olmamız için gereken ön koşullarını sağlayacak şekilde; içeriğinde şunlar olsun, bunlar kalksın direktifleriyle hazırlanan “Sivil Anayasa” ve “Yargı Reformu” konusuna ne demeli. Biliyorsunuz söz konusu anayasa ve yargı reform taslağı; Türkiye’deki hukuk duayenleriyle birlikte çalışılarak, onların görüşleri alınarak hazırlanmadı. AKP Hükümeti; bu kanunları ve yasaları, uygulayacak kişilerle paylaşmak, önce onlara gösterip fikirlerini almak yerine, “Sivil Anayasayı” Amerika’da, “Yargı Reformu” ise Avrupa Birliği yetkilileri nezdinde görücüye çıkartıldı. Ancak konjektür müsaade etmediği ve halk tabiri caiz ise “kıvama” gelmediği için ertelenen sivil anayasa bugün batılı tağutların maşası olan terör örgütü PKK’nın isteklerinin de yer aldığı ana dilde eğitim, Kürtlerin anayasaca tanınacağı, Atatürk ilke ve devrimlerinin yer almayacağı federasyona geçiş koşullarını tanıyan yapısıyla gündemdedir.
Bugün Türkiye’de “Sapasağlam bir kulpla Allah’a inanan” kaç kişi; Türklüğe hakaretin serbest bırakılmasını, dedelerimizi, ninelerimizi canlı canlı fırınlarda yakan Ermenilerle “Normalleşme” sürecine başlanmasını, binlerce şehit verdiğimiz PKK’nın meşrulaştırılmasını, Türkiye’yi bölmeye çalışan bu terör örgütüyle -gizli açık- masaya oturulmasını, Kıbrıs’ın göz göre göre elimizden alınmasını ve artık kırmızı çizgimizin A. Gül’ün “Kürdistan” söylemiyle resmen yok edilmesini, batılı tağutların isteği doğrultusunda bugün hiçbir sorunumuz olmayan komşu Suriye’yle savaşın eşiğine gelmemizi sağlayan politikaları içine sindirebilmektedir.
Hiçbir çıkar gözetmeden, manda ve himaye kabul etmeden, karşılıksız vatanı için şehit olanların kurduğu ve hala şehit olmayı göze alarak yaşattığı Türkiye Cumhuriyetinde; bizim diyebileceğimiz ağır sanayimiz, kamu teşekküllerimiz kalmadı. Ve hatta ne yazık ki; Anayasa Mahkemesi izin verseydi sınırımız dahi sözde kavgalı oldukları İsrail’e peşkeş çekilecekti.
“Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.” (Mustafa Kemal Atatürk)
“O halde kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara/256)
ŞEBNEM ÖZBEK
12.12.2011
--
--
Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız:
Google Grupları "pınarslayt" grubu.
İlginc buldugunuz POWER-POİNT (SLAYT-PPS) yayinlandigi gruptur. Sizinde paylasacaginiz slaytlar varsa gonderin. mutlaka eki slayt olsun
*Herkese açık web sitesi*
http://groups.google.com/group/pnarslayt
*E-posta*
pnarslayt@googlegroups.com
kaliteli slayt grubu
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/pnarslayt?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin